Giriş

4.7K 264 35
                                    

"Yani sonuçta, bu insanın hayatında kaç kere karşısına çıkacak bir fırsat ki?" dedi Sabah, mavi gözlerini kocaman açarak. "Hem iyi bir amaç için yapılıyor, hem beraber oynama şansımız var, hem de 'Gurur ve Önyargı' Nil! İnsanlar böyle bir yapımın seçmelerine katılabilmek için serçe parmaklarını verebilirler!"
Nil sesli bir şekilde güldü. Sabah'ın hevesini kırmaya değmez, diye düşündü. Ablası o kadar heyecanlıydı ki.
Serçe parmağını Sabah'ın güzel yüzünün önünde sallayarak "Ya, evet," dedi, "serçe parmağım ve ben sana bir teşekkür borçluyuz. Tamam sen kazandın, gelirim-" Sabah minik tiz bir çığlıkla kız kardeşine sarıldı. Nil de ona sarıldı, "Hem oyuncuları kendi habitatlarında gözlemleme şansım olur. win-win."

Nil; yani Nilüfer Doğan, 28 yaşındaydı, klinik psikoloji doktorası yapıyordu. Psikoloji ve sanat tarihi konulu düzenli  yayınlanan bir podcasti vardı, aynı zamanda psikoloji ve sanat dergisi Psikeart'ın yazarlarındandı. Podcastinde kendine has eğlenceli uslubuyla her hafta bir eseri inceliyor, eserin ve sahibinin psikanalizini yapıyordu. Dergide ise daha akademik denilebilecek konuları, anlaşılabilir ve keyifli bir anlatıya dönüştürüyordu. Orta halli bir ailenin en küçük kızıydı. Kendinden üç yaş büyük ablası Sabah tiyatrocuydu, kardeşini ikna etmeye çalıştığı ise yeni bir tiyatro projesiydi.

Gurur ve Önyargı'nın, ya da Aşk ve Gurur'un-siz nasıl söylemek isterseniz-, bir uyarlaması. Eğitim Vakfı için düzenlenen, geliri kız çocuklarına eğitim ödeneği olarak bağışlanacak bir tiyatro oyunu. Tabii bu güzel fikri hem halk hem de sanatçılar için ilginç hale getirmek gerekliydi, işte bu yüzden seçmeler ünlülerin ve -sıkı durun- 'sıradan insanların' katılımına açıktı. 'Eh', diye düşündü Nil, Ünlülerin bir dereceye kadar referans olduğu sıradan insanların şansı biraz daha yüksek olmalı. Acaba hiç referansı olmayan birini kadroya alacaklar mı?

Gurur ve Önyargı Nil ve Sabah'ın en sevdiği kurgulardan biriydi. Üstelik uyarlamanın yönetmenliği Sabah gibi tiyatro oyuncusu olan fakat ünlülüğü ülke sınırlarını aşmış Özgür Kentmen tarafından yapılacaktı. Kentmenler 5 kuşaktır tiyatrocuydular, 'Belki de 10 kuşak, kim o kadar yıl öncesiyle ilgili kendinden emin konuşabilir ki?'demişti Sabah.
Özgür Kentmen, kendisi gibi tiyatrocu Seval-Erman Kentmen çiftinin biricik oğluydu. Başarılarının arasında Berlin'de Altın Ayı, Cannes'da altın Palmiye ve bir çok yerli festivalde başka başka küçük altın figürler adeta parlıyordu... Bu işin içinde doğmuştu, bu iş ile büyümüştü ve her geçen gün buna ne kadar yatkın olduğunu tekrar kanıtlıyordu. Adam için kim bilir ne büyük bir eziyet olacaktı bu uyarlama, profesyonel olmayan o kadar katılımcıya katlanması gerekecekti. Tabi eziyeti kadar büyük bir prestij aynı zamanda, ihtiyacı varmış gibi.

Seçmeler konusunda Nil'i ikna ettiği için keyiflenen Sabah, kardeşine ve kendisine kahve yapmak için yerinden kalkıp mutfağa gitti. Nil de peşinden aydınlık mutfağa girdi, salonla mutfağı ayıran yüksek seperatörün önündeki sandalyelerden birine oturdu.

'Seçil de gelsin ama, olur mu?' diye sordu, 'İki kişiye referans olabilir misin?'

Sabah şimdi iki kupa çıkarmıştı, kahveyi her zamanki gibi yanlış dolapta arıyordu. "Olurum tabi." diye şakıdı. "İkiniz de pazartesi akşamüstü dörtte Akaretler'deki Beyaz Salon'da olun."
Seçil, Nil'in en yakın arkadaşıydı. İngiliz Dili ve Edebiyatı mezunuydu, çevirmenlik yapıyordu. Muhtemelen son dakikaya ertelediği bir çeviri için sabaha kadar oturması gerektiğinden bu küçük kahvaltı seansına katılamamıştı.

Sabah kahveleri seperatörün üzerine koydu Nil'in yanına oturdu, güzel yüzü keyifli ruh halinin etkisiyle parlıyordu. Nil ablasına baktı, Sabah o kadar güzeldi ki; Nil bazen bu bir nimet mi yoksa lanet mi olduğunu merak ediyordu. Elbette; pozitif ayrımcılık, esas kız rollerini kapma, herkesin hayranlığı ve hoşgörüsü gibi faydaları vardı. Ama 'güzel' sıfatı öyle bir yüktü ki, yanına başka hangi olumlu sözcük gelirse gelsin inandırıcılığı düşük oluyordu. Güzel ve yetenekli. 'Yetenekli mi gerçekten, yoksa sadece sahneye mi yakışıyor?' Tiyatro eleştirmenlerinin bu acımasız sorgulamaları yüzünden Sabah kaç gece uykusuz kalmış, ne kadar ağlamıştı. Güzel olanı güzellik dışında bir meziyeti için takdir etmek ne kadar zor, diye düşündü Nil.

Sabah gerçekten objektif bir şekilde çok güzeldi, upuzun dümdüz gümüşi sarı saçları, mavi-gri cam gibi gözleri, minik kavisli burnu, uzun boyu ve incecik fiziği. Aynı annelerine benziyordu.Üstelik gerçekten iyi bir kalbi vardı ve bu onu kırılmaya çok açık hale getiriyordu. Nil ablasının kendisini biraz da bunun için seçmelerde istediğini düşündü. Ablası yalnız olmayı sevmiyordu, yalnızlık hissinden korkuyordu.

'Ee,' dedi Nil mutfak camını açarken, 'Emre neler yapıyor?' Emre Sabah'ın altı yıllık sevgilisiydi. güvenli alanı, lise arkadaşı ve bir sürü başka şey. 'İyi,' dedi Sabah, 'çok çalışıyor şu sıralar pek görüşemiyoruz, ama iyi, sanırım.' Nil camın önüne yerleşmiş ve sigarasını yakmıştı. 'İnsanın sevgilisi hakkında kesin konuşamaması kalp kırıcı olmalı' dedi gülümseyerek. 'Yine ortalardan kayboldu sanırım?'

'Acımasızsın Nil.' dedi ablası. Kardeşinin bu açıksözlülüğü bazen gerçekten can sıkıcı olabiliyordu. 'Sadece çok çalışıyor, kafa dinlemeye ihtiyacı var ve bana vakit ayıramıyor. Böyle şeyler olur, gerçek bir ilişki budur zaten.'

Nil tam da böyle bir savunma bekliyordu, alaycı bir şekilde güldü. 'Ailemizdeki ilişki uzmanı Güneş'ti diye biliyorum ben, tahtını sana mı devretti?'

Güneş en büyük ablalarıydı, Sabah'tan bir yaş büyüktü, o da klinik psikologdu, aile ve ilişki terapisi üzerine bir kliniği vardı. Ve insanların ondan medet ummasına sebep olacak kadar güzel bir hayatı. Mezun olur olmaz evlenmişti, 3 yaşında melek gibi bir kız annesiydi üstelik eşi de eskilerin yıldız basketbolcusu, şimdilerde gözde teknik direktör Ozan Sürer'di, elbette.

Aşk romanları ya da romantik komediler bir 21. yüzyıl kadınına ne vaadediyorsa Güneş Doğan Sürer sahipti. Eşi ve oyuncu kızkardeşi sebebiyle bilinirliği iyice artmıştı, danışanları ona adeta tapıyordu, çok güzeldi, çok komikti, bir de üzerine anneydi ve ekonomik olarak bağımsızdı... Eh bir şekilde üreyebildiği kadar üremeli, diye düşünüyordu Nil. Belli ki üst insan genlerine sahip.

Küçük kardeşleri olarak böyle bir aileye sahip olmaktan gurur duyuyordu. Ailesi tarafından sevgi ve anlayışla yetiştirilmişti, hepsi birbirinden farklı üç kız kardeşi dengede tutmak, kendilerini olduğu gibi sevmeyi öğretmek anneleri için muhtemelen çok sancılı bir süreç olmuştu. İki kediye bakmanın bile zor olduğunu düşündüğü için Nil annesine çok saygı duyuyordu, özellikle de sabahları uykusu henüz açılmadan kedi kumunu temizlerken.

Sabah ilişki konusu ne zaman açılsa yaptığı gibi ustaca konuyu değiştirdi ve kardeşinin terapi seansından sıyrıldı. Yarım saat sonra da bir dergi çekimi bahanesiyle kardeşini hızlıca yanaklarından öpüp çıktı.

Nil'in evi Beşiktaş'taydı. Oldukça eski bir apartmanda eskiden anneannesinin oturduğu güzel, ferah ve aydınlık bir evdi burası. Mutfak ve salon günün her saatinde bol bol güneş alıyordu. Sürekli tünediği pencere pervazı yeşil bir parka bakıyordu. İstanbul'da kalan bir avuç yeşilliği görebiliyor olmaktan mutluydu.
Sabah gidince kahvesiyle bir sigara daha içti, bulaşık makinesini çalıştırdı ve yine yüksek sandalyesine geçip bilgisayarını açtı. Podcastinin bu haftaki konusu belli olmuştu: Aşk, Gurur ve Modern Zamanlar.


Merhaba! eğer bunu okuduysan öncelikle çok teşekkür ederim, umarım beğenmişsindir. Bölümler arası çok açılmadan gelecek diye umuyorum <3
ve evet, görselimiz Özgür Kentmen.

ursula

Aşk, Gurur ve Modern Zamanlar Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin