Uzatmıyorum ve sizi bölümle başbaşa bırakıyorum.
Bölüm şarkısı: Rise- Katy Perry
🍂
Teker teker tüm raflardaki bitkileri sulamıştım. Fısfısla suluyordum ama aletin deposundaki su çok dolu olduğu için ağır geliyordu. Kol kası yapmıştım artık. Bir çiçekçiye göre oldukça büyük bir yerdi burası. Arka tarafta büyük bir sera ve olabildiğince çiçek, bitki çeşidi vardı. Bu iç taraftaysa daha çok minik saksılı bitkiler ve genellikle buket çiçek yapımında sıklıkla kullanılan çiçekler vardı. Kütüphane rafları gibi bir aradan çıkıp bir diğerine giriyordum. Kulaklığımdan gelen müzik olmasa bu işe katlanabileceğimi pek sanmıyordum.
Raftaki rengarenk zambakları hafifçe ıslattıktan sonra bakışlarım kasanın yanındaki begonvilleriyle konuşan anneme kaydı.
İstemsizce dudaklarım yukarı doğru kıvrıldı. Çiçekleriyle ilgilenen annemi izledikçe içimde tarif edemediğim bir burukluk oluşuyordu. Bu işi gerçekten çok seviyordu. Sadece burası değil, yaşadığı, zaman geçirdiği her yerde çiçek ve bitkilerin olmasını seviyordu. Evimizin birçok yerinde çiçek vardı evet ama bu onun için yeterli değildi. Bu yüzden evin arka bahçesinde saatlerini geçirdiği, minik bir serası da vardı. Neden bitkileri bu kadar sevdiğini ona sorduğumda her seferinde başka bir neden söylüyordu. Açıkçası buna pek anlam veremiyordum. Annemin bilerek kendini yalnızlaştırdığını düşünüyordum.Annem oldukça güzel ve hoş sohbeti olan bir kadın. Benim aksime oldukça güler yüzlü ve sevimli denilebilecek bir sıcaklığı vardı. Yada bunların hepsi onun çocuğu olduğum için düşündüğüm şeylerdi. Annem için en yakın arkadaşım diyebilirdim. Bu dönemin anne-kızları arasında artık böyle ilişkilere pek rastlanmıyor.
Ben küçükken, yani biz İstanbul'da yaşarken annem doktorluk yapıyordu. Çok fazla çalışıyordu, bana fazla zaman ayıramazdı. Bu yüzden annemin yokluğunu babam kapatmaya çalışırdı. Beni sürekli evimizin yakınındaki sahildeki parka götürür ve o sarı salıncakta sallardı. O sarı salıncağa karşı takıntım vardı. Sadece o salıncakta sallanırdım. Birisi ben o parka gelmeden önce o salıncakta sallanıyorsa onun inmesini bekler, o inince de saatlerce sallanırdım. Takıntılı bir davranıştı ama hoşuma gidiyordu işte. Kaydırağın başındaki sümüklü çocuklarla kurulacak iki dakikalık arkadaşlıktansa, bulutlara ulaşma hissi daha güzeldi. Şimdiyse yıllar olmuştu o salıncağa binmeyeli. Kohren'e taşındığımızdan beri hiç İstanbul'a gitmemiştim.
Buraya taşındığımızda altı yaşındaydım.
İstanbulda yaşarken, kırk yılın başında annemle gezmeye çıkmıştım. Çok kalabalık bir caddedeydik. Tam net hatırlamıyordum aslında olanları. Kriz geçirip bayılmışım. İlk başta neden olduğun anlamamıştım. Neden herkesin bana bağırdığını merak ettiğimi hatırlıyorum. Güçlerimin ilk ortaya çıkışı böyle olmuştu. Zihnime doluşan seslerden korkup bayılmıştım. Bunun üzerine annem benim üzerimde birkaç test yaptıktan sonra bunun vücudumla alakalı bir sorun olmadığını öğrenmiş ve beni psikolog bir arkadaşına götürmüştü. O da bana panikatak tanısı koymuştu.
Yüzde yüz benim aslında olmayan panikatak problemimden kaynaklı olmasa da annemle babam İstanbul'da zorlanacağımı düşünmüş olacaklar ki Kohren'e taşınmaya karar vermişlerdi. Belkide İstanbul'daki hayatlarından sıkılmışlardı. Bilmiyorum. Sonuç olarak, buraya taşındığımızdan beri annem doktorluk yerine çiçekçilik yapıyor ve bana daha çok zaman ayırabiliyor. Fakat babam için aynı şey geçerli değil. İşlerini ne kadar buradaki iş yerinden halledebiliyor olsa da birkaç haftada bir İstanbul'a gitmesi gerekiyordu. Bu yüzden onu eskisi kadar çok göremiyordum ama bizimle zaman geçirmek için elinden geleni yapıyordu. Biliyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kohren'in Çocukları
Aktuelle LiteraturDüşünceler zehirler beni, nefesimi keser. Bana ait olmayan hatıralarda boğulurum hergün tekrar ve tekrar. Gözlerim insanların ruhunu deler. En derinlerine inerim, yavaş yavaş. Anlamazlar beni. Hiçbir zaman da anlayamayacaklar zaten. Bu bir ödül, bel...