Evet, tekrardan hoş geldiniz.
Umarım her şey yolundadır, bu bölümde yolunda olduğu pek söylenemez ama neyse.Bölüm hakkındaki düşüncelerinizi yorumlara yazmayı unutmayın. Bu beni çok mutlu eder.
Bölümün şarkısı : Demons - Jacob Lee
İyi okumalar...
Küçüken karanlıktan çok korkardım. Hatta o kadar korkardım ki beşinci sınıfa kadar sadece annem ve babamın arasında yattığımda kendimi teslim edebilirdim karanlığa. Annemin saçlarımın arasında dolanan ince parmakları ve babamın alışılmışın dışında, kendine özgü yorumlamasıyla anlattığı masallarla geceleri, zamanla günün en sevdiğim zaman dilimi olmaya başladı. Fakat tek başımayken, günün en çekilmez vaktiydi.
Hiçbir zaman annemle babam beni o yataktan kovmadı. "Büyüdün artık, kendi yatağında yatmalısın."demediler. Ben kendimi hazır hissedene kadar o iki kişilik yatakta bana da yer vardı. O yatakta uyumamaya karar verdiğimde 12 yaşımdaydım. Bunu annemle babam söylediğimde yaptıkları ilk iş, odamdaki ışık seviyesini istediğim gibi ayarlayabileceğim bir sistem kurmak oldu. Odamın kapısının yanındaki o ışık anahtarından istediğim gibi ışığın düzeyini ayarlayabiliyordum. İlk başlarda ışık neredeyse tamamen açıktı. Sonra yavaş yavaş o yuvarlak şeyi çevirerek daha loş bir ortam yarattım. En sonundaysa karanlığa çok yakın bir şekilde ışığı ayarlamaya başladım ama hiçbir zaman tam anlamıyla o ışığı kapatamadım. Hiçbir zaman, tek başıma o karanlığa teslim olmadım. On sekizime birkaç ay kalmasına rağmen, hala tek başıma tam olarak karanlıkta kalamam. Annemde bunu bildiğinden, olur da onlar evde olmadığında elektrikler giderse diye evin her yerinde mum bulundurur. Her çekmecede garanti bir mum ve kibrit bulabilirdiniz.
Şimdiyse durum daha farklıydı. Kafamın içinde ne ışık seviyesini ayarlayabileceğim bir anahtar ne de çekmecesinden mum ve kibrit çıkartabileceğim bir dolap vardı. Zihnim karanlık odalarında bana seslenen ama benim açmaya cesaret edemediğim siyah kapılar vardı. Ve işte bir tanesi tam karşımda duruyordu. Tek farkı, diğer odaların aksine sokak lambasının altında, az da olda görünebiliyor olmasıydı.
"Sizi tanıyor muyum?" diye soruverdim sorgular bir tonda. Korkmuyordum. Çünkü içimden bir ses bana zarar vermeyeceğini söylüyordu. Bu şeyi teyit etmek için zihnine girebilirdim ama nedensizce bunu yapmaktan çekiniyordum. Bana soyadımla hitap etmişti. Bana tanıdığım kimse soyadımla hitap etmezdi ama bu adam bana tekrardan karşılatık demişti. Bir şeyin tekrarlanması için önceden yaşanmış olması gerekmez miydi? Ben kendisiyle çelişen düşüncelerle boğulurken adam birkaç adım atarak, yüzü dışındaki her yerini görebileceğim şekilde kendini sokak lambasını altında konumlandırdı.
Üzerinde tahmin ettiğim gibi uzun, siyah renkte bir ceket vardı. Kumaş pantolonunun altında parlayan rugan ayakkabalarıyla birlikte, filmlerdeki o mafya babalarını anımsatıyordu. Ama gerçek bir mafta babası tek başına, tenha bir sokakta durmazdı değil mi?
"Kafanın içinde bir yerlerde, bana dair bir şeylerin kalmış olmasını beklemesem de...Yine bir umut, beni hatırlamanı isterdim." adamın ne demek istediğini anlamıyordum. Sesinden anladığım kadarıyla, yaşlı olmasada gençte sayılmazdı. Belki babamın yaşlarında, belki biraz daha küçük. Kaşlarım dediklerini sorgularcasına çatıldı. Beni tanıdığına göre, sokaktan geçen bir sarhoş olamazdı. Arkamda duran siyah tüylü köpeğin, ne zaman yanıma geldiğini fark etmesemde, şimdi beni korumak istercesine lambanın altındaki adama hırlıyordu. Adam bana doğru adımlarken, istemsizce bende geriye doğru adımladım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kohren'in Çocukları
General FictionDüşünceler zehirler beni, nefesimi keser. Bana ait olmayan hatıralarda boğulurum hergün tekrar ve tekrar. Gözlerim insanların ruhunu deler. En derinlerine inerim, yavaş yavaş. Anlamazlar beni. Hiçbir zaman da anlayamayacaklar zaten. Bu bir ödül, bel...