DEMİR İSKELE, KIZIL DENİZ

201 10 20
                                    

Ayak tabanlarımın altında bir et parçası gibi görünen kırmızı renkte bir yol mevcuttu. Etrafı; çevremin beş metre ötesini göremeyeceğim kadar yoğun siyah bir sis kaplamıştı. Üzerinde durduğum kızıl yol, büyük olasılıkla iki metre genişliğindeydi. Yolun kenarlarının aşağısında sonsuz bir karanlığa giden tehlikeli lakin bir o kadar da hayatımda bir daha asla göremeyeceğim düzeyde göz alıcı bir manzara vardı. Önümde serili bulunan yoldan aheste aheste yürümeye başlarken ayaklarım, kızıl yolun bir yün misali yumuşak tabanına batıp çıkıyordu. Kulaklarıma, bir kara tahtanın uzun tırnaklarla boydan boya çizilme sesi temas etti. Bu nefret ettiğim tiksinti sesi duyar duymaz, bu sesten muzdarip kulaklarımı ellerimle sıkıca bastırarak tıkadıktan sonra telaşla ilerlemeye giriştim. Bir süre ilerledikten sonra kesilen sesi fırsat bilerek biraz dinlenmek için oturuyordumki birden önümde kumral saçları yüzüne düşmüş, kıyafetleri ve bedeni sanki dikenli tellerin içinde yuvarlanmışcasına paramparça, dikenli tellerle güreş yapmışcasına kan içinde bulunan biri belirdi. Yüzünü görmüyordum lakin sağ eliyle kalbini tutmakta olduğu belliydi. Sükunetle yanına yaklaşıyordum ki kalbini tutan sağ elinin kanlar içinde olduğunu fark ettim. Hayır; kanlar içinde olan eli değildi, kanlar içinde olan sağ eliyle kaçacakmış gibi tutarak üzerine bastırdığı kalbiydi. Ona bir adım daha yaklaştığımda ise birden yüzünü, korkudan yüzünden kanı çekilmiş olan bana döndü. Kanamış kalın dudakları, ağlamaktan kan çanağına dönmüş kahverengi gözleri, solgunluğuna rağmen halen belirgin olan zarif yüz hatlarıyla karşımda gördüğüm kadın bendim. Birden irkilip geri geri gittiğimde ise kızıl yolun sol tarafından aşağıya doğru düşmeye başladım. Bu düşüş, aşağıda bulunan demir bir iskeleye ulaşınca sona erdi. Burada sis yoktu. Önümde duran uçsuz bucaksız deniz, hırçın dalgalarını, bir öç almak ister gibi hiddetle demirden islekeleye yapıştırıyordu. Lakin iskeleye çarpıp denizden kanatlanan dalgaların bir damlası dahi benim üzerime konmuyordu. Saçlarımı dansa kaldıran kıvrak rüzgar etrafta hiç ağaç olmamasına rağmen belirgin bir uğultu saçıyordu. Aniden rüzgar ve hırçın dalgalar sanki hiç hayat belirtisi yokmuş gibi sustular. Bulunduğum mekanı derin bir yalnızlık, kuru bir sessizlik kucakladı. Lakin hava hâlâ kapalıydı. Buna rağmen masmavi denizin yüzeyinde yatmış vaziyette bulunan beyaz giysili kadını görebiliyordum. Fizik kurallarına kafa tutarak denizin üzerinde ayağa kalkan kadının suratına baktığımda ise onunda ben olduğumu fark ettim. Kalbim, sanki karşısında düşmanı varmış gibi "küt küt " diye onu koruyan göğüs kafesine yumruk atıyordu.

Karşımda duran ben, bıçağı göğsünün sol tarafına sapladı. Sapladığı yer kalbine denk gelen yerin az altı olmalıydı. Bıçağı göğsüne sapladıktan sonra kalbinin bulunduğu yerin etrafında kusursuz denecek kadar iyi bir çember çizmeye koyuldu. Nefesim ciğerlerime, her nefes alıp verişimde sanki oksijen yerine minik jilet parçaları soluyormuşum gibi tanımsız bir acı vermeye başladı. Artık kalbim göğsüme bir düşmana saldırıyormuş gibi küt küt vurmayı yavaşlatmıştı. Karşımda; denizin üzerinde duran diğer ben, göğsünün sol tarafındaki kalbinin bulunduğu bölümün etrafında iyiden iyiye bir çember çizmişti. Göğsünün sol tarafına geçmiş bıçağın saplandığı yerden akan kanlar beyaz giysisinden aşağıya doğru süzülüp kızıl rengin en saf halini temsil ediyordu. Bir sıcaklık kanatlarımdan aşağıya doğru usulca süzülüyordu. Haliyle korkarak sıcaklığın olduğu bölgeye baktığımda kalbimin olduğu bölgede daire şeklinde bir kesik olduğunu fark ettim. İçimden çığlık atma hissiyatı gelmesine rağmen sanki nefes boruma bir muz tıkanmış gibi sesim çıkmadı. Karşımda duran kadın, göğsünden kalbini çıkartmaya çalışmaya başladı ve sağ elini iyice sıcak göğsünün içine soktu. Sağ elimi; karşımda duran benin, kalbimi çıkartamaması için iyice göğsüme bastırdım. Birden "aptal" diyerek suya düştü. O suya düşer düşmez mavi denizin rengi, onun düştüğü noktadan itibaren dalgalanarak açık renkli bir kırmızıya boyamaya girişti tüm denizi. O suya düşer düşmez vücuduma, binlerce jilet aynı anda temas etmişçesine bir acı saplandı. Sağ elimi, kızıl kanlar akan göğsüme sımsıkı bastırarak ilerlemeye koyuldum. Birden yanımda beliren biriyle, yorganımla birlikte yataktan düşmem bir oldu.

Kalbimi, vücudumu, yüzümü telaşla yokladım.

Her şey yerli yerindeydi. Neyse ki bu bir kâbustu. Kâbuslar hakkında düşünmeyi sevmezdim, hatta nefret ederdim. Kabuslar, bilinçaltımın bana oynadığı bir oyundu işte, onları kafama takıp bu oyuna alet olamazdım. Yinede hadiseyi garipseyerek "demir iskele, kızıl deniz" diye tasvirledim

Mor renkli kasımpatı çiçeği desenli beyaz yorganımı yine kasımpatı desenli siyah yatağıma seriyordumki yatağımda bir sıcaklık hissettim. Kabuslara inanmamama rağmen irkilerek lambayı açma isteği duydum. Lambayı açıp yatağıma baktığımda kabusun gerçek olmasından çok daha fena bir şey olmuştu, altıma kaçırmıştım.

SABAHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin