"KİMSE MASUM DEĞİLDİR"

38 8 15
                                    

Apartmanın kapısını açtım ve içeriye girmeden önce dışarıya beni takip eden var mı diye bakıp bedenimi sanki dışarıdan biri yitiyormuş gibi içeriye soktum. Artık sırtımı sıvazlayan rüzgardan, omzuma dokunan kar tanelerinden bile işkillenmeye başlamıştım. İlginç bir şekilde haklıydımda. Bir türlü kendime gelemiyordum. İnsan böyle bir durumda nasıl kendine gelebilirdi ki zaten. Saç uçlarımdan ayak tırnaklarıma kadar bulunan her hücrem kaygı içindeydi.

Merdivenlerde; daha önce hiç olmadığı kadar meramsızca ilerliyordum. Görüyordum lakin beynim, gözlerimin görüyor olduğu basamaklara değil de düşüncelere yoğunlaşmış olduğundan görüntü arka plandaydı. Buna rağmen Sezai'nin dairesinin çelik kapısının sonuna kadar açık olduğunu fark edebilmiştim. Her ne kadar doğru olmadığını bilsemde kafamı çevirip içeriye bir baktım. Bu evin içiKafatasımın içinden çok daha dağınıktı.

Ayaklarım nedensizce açık olan dairenin kapısından içeriye doğru süzüldü. İçeriye girer girmez beni, duvarda bulunan iğrenç görüntülü yazılar karşıladı. Sezai'nin el yazısının berbat olduğuna kanaat getirdikten sonra burnumu, geçen geldiğimde fark etmemiş olduğum kargacık burgacık mürekkep yazılara diktim. Okuyamıyordum bir türlü. Muhtemelen bu ömrümde gördüğüm ve görecek olduğum en berbat yazıydı. Sanki yazıları, eliyle değil de ayağıyla yazmış gibiydi. Yazılmamış, kusulmuş gibilerdi. Her şeye rağmen gözlerime işkence ederek alt alta yazılı birkaç satırı okumaya muvaffak olmuştum.

"Yine ne kederlendirdi seni Saba?
Dolmuş kınalı avuçlarına kızıl yaşlar.
Asi nehri dökmüş müdür bunca yaş?
Senin gözlerinden döktüğün kadar.

Bu dünyaya ağlamaya gelmiş gibisin.
Köyün tarlalarını hüzünle seyretmeye gelmiş gibi.
Toprak kadar ezilmiş, tarih kadar yorgun.
Söyle Saba bu gözyaşların nasıl bir soygun.

Anla Saba anla! Gözyaşlarından besleniyor bu yaratıklar.
Seni böyle gördükçe yaram sızlar...
Diller kılıç, bakışlar ok, hareketler işgence olabilir mi hiç?
Ya insanlar?
Ölüm kadar acımasız.
Mezar kadar soğuk.
Azrail kadar pervasız oluyorlar.
Bu kadar gaddarken bunca lavuk.
İnsan kadar insana nasıl benziyorlar?"

Duvardaki bu yazıyı okuduktan sonra kendi kendime "Saba" diye fısıldadım. Benim olmadığım kesinleşen bu Saba kimdi? Ben olamazdım çünkü bir insan birkaç gün önce apartmanın merdivenlerinde tanıştığı kız için duvara şiir yazmazdı. Boş verip ilerlemeye devam ettim duvardaki yazılara bir sanat sergisine gelmiş gibi bakarak. Gözlerim pürdikkat kesilerek beyin ameliyatı yapan bir cerrah misali yazılara bakıyordu. Biraz daha ilerlediğimde sol tarafımda bulunan bir odanın kapısının aralık olduğunu gördüm. Her ne kadar beynim, yaptığım bu davranışlara isyan etsede ilerlemekte inat ediyordum. Kapıyı elimle nazikçe ittirerek içeriye bir esinti gibi sokuldum ve odanın duvarına yapışık, üzerinde yırtılmış ve yazılmış kağıt dolu masaya doğru, temkinli adımlarla yanaşarak "kimse var mı?" dedim. Masanın başına vardığımda gözüme yazı ile dolmuş onlarca sayfa arasından, katlanıp bükülmekten harap olmuş bir kağıt parçası ilişti. Tereddüt etmeden, duvardaki yazılara mukabil daha özenilerek yazılmış cümleler ile dolu ihtiyar kağıdı alıp avuçlarıma, okumaya koyuldum.

SABA

Ellerini ver saba.
Ellerini ver bana.
Ayırma beni yardan.
Ki düşmeyeyim yardan.

Sevdayı yudumladım gece vakti.
O yüzden bakışlarım mahmur.
O yüzden nefesi burnumda buhur.
Saçları vuruyor çehreme efil efil.
Sarhoşluktan mı bilmem ama.
Kalbim göğsümün içinde değil.

Gitmek istiyor.
Onu gönderme saba.
Olurda gider, gelmek istersem.
Beni gönder saba.

Yanlış yaptığımı düşündüğünden gitti.
Gittiğinde, doğrularımı beynime doğru eritti.
Beynimide beraber...
Konuş saba, bu sevda niçin bitti?

SABAHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin