"DÖRT ELEM"

28 8 10
                                    

Eve vardığımda kendimi, daha fazla bilmece çözmek zorundaymış gibi hissettim ve telefonumdaki şekilleri deftere yazdım.

"レ ム («:∫ ς• ↬ム џ ム イ ς• ∩

μ ς θ ↿'↾ л μ ム ∩ レ"

Harflere dikkatle bakarak anlamlarının ne olduğu hakkında hafıza defterimde yoklama almaya çabaladım.

Yıllar öncesinde; bir dönem kullanmış olduğum bu alfabenin şekillerini, ben oluşturmuş olmama rağmen bir türlü anımsayamıyordum. Bu alfabenin ve anlamının yazılı olduğu defterlerim, ailemin evindeydi. Bu sebepten ötürü annemi aradım. Yaklaşık otuz dakikalık bir sohbet sonunda, evde bulunan on birinci sınıf defterlerini bulmasını söyledim ve bana orada bulunan garip şekillerin fotoğraflarını çekip atmasını da söyleyecektim ki kibarca "Ben onları yaktım." dedi. Elbette hiçbir şey diyemedim, sonuçta o benim annemdi lakin devasa bir boşluğa düşmekten kendimi kurtaramadım. Galiba manasını hiçbir zaman öğrenmeyecektim...

Bir saat kadar masanın başında bekledikten sonra merak duygum hüsran duygumu bastırdı ve düşüncelerimi bu şekilleri ilk ezberlemeye çalıştığımız zamana ışınlanmaya çalıştım. Bir süre saksımı yorarak düşündüğümde taşlar yerlerine yerleşmeye başladı. Bazı şekillerin ezberini bir şeylere benzeterek yapmış olduğumuz aklıma düştü.

O iki kelimenin birinci kelimesinin baş harfinin kodlaması tabip kancasıydı. Hikayesi ise; tabip, içimizde koca bir sıkıntı yaratan sınavları özel kancasıyla çekip çıkartıyordu. "tabip kancası" olarak benzettiğimiz harf ise "tabip kancası" cümlesinin ilk kelimesinin baş harfiydi. Sonuç olarak "レ"= " t" harfine denk geliyordu. İlk harfi bulmuştum bile.

Biraz daha düşündüğümde ise beynime ne kadar hakaret ettiğimin farkına vardım. "ム" bu ikinci şeklin kodlaması ise "dört elem" idi. "dört elem" cümlesindeki birinci kelime, şekli temsil ederken ikinci kelimenin baş harfi ise ikinci şeklin karşılığıydı. Bununda bir hikayesi vardı tabiki. Dört elem Eser ile lise hayatımızda geçen dört olaydı. İsmi gibi, hepsi elemli değildi elbette. Bu olayları asla unutmayacağımızı bildiğimizden bu şeklin kodlamasını böyle yapmaya karar kılmıştık. Birinci olay Eser'le tanışmamdı zaten. Başlarda sadece iyi anlaşan, beraber kalın kitaplar okuyan, matematik sorularını delirircesine çözmeye çalışan iki öğrenciydik. Matematik sorularını çözmede ben en iyiydim ama Eser benden kat ve kat çok daha mükemmeldi. Sadece göz önünde bulunmaktan hoşlanmaz, matematik sorularını iyi yapıyor olduğunu güvendiği insanlar dışında pek insana belli etmez, kimsenin bilmelerini istemezdi. Bunu neden yaptığını hiçbir zaman bilmedim ve öğrenemedim.

Matematiği bu denli iyi yapmasına mukabil O, insanlara aldırmayıp sevdiği işi, tamirciliği yapmayı tercih etti. Ona göre en doğrusu böyleydi.

"İnsanlar sırf daha fazla para için benliklerinde yatan mesleğe ihanet etmemeliler...insanlar, bana tamircilik yaptığım için ileride çok pişman olacağımı, kendime lanet okuyacağımı söylüyorlar. Oysa insan bir işe başlamadan onu sevip sevmeyeceğini anlayamaz ki. İnsanlar, sırf bu düşünce yüzünden gönül verdiği iş yerine, daha fazla geliri olan bir işe kendilerini adıyorlar. Daha gönenç bir yaşam için. Para sıkıntısının olmadığı lakin içsel sıkıntıların insanın içinde boy gösterdiği bir yaşamı; insanlar tarafından 'bak ne kadar zengin, oku onun gibi ol', 'en azından aylık geliri belli...' gibi sözcükler duyabilmek için tercih ediyorlar. Bence herkesin devlet memuru olması gerekmiyor. Ki olamazda zaten öyle büyük bir kota yok çünkü. Zeki insan para pahasına değil, iş aşkı pahasına girdiği işinde insanlara güzel hizmetler sunabilmek için severek çalışmak mecburiyetinde olduğunu bilen kişidir. Şu bir hakikattir ki insanların, işlerini severek yapmadığı bir memlekette; yersizce hayatını kaybeden hastalar, çatısı mütemadiyen yırtılan pantolonlar, sokaklarda berduşça gezip gittiği yolun nereye gittiğinden bihaber gençler, camilere girmeyen bedenler, isyan çıkartıp milletin bütünlüğünü zarara sokan halk, frenleri tutmayıp yağ kaçırıp bakıma gitmesine rağmen bakımsız araçlar, küfredip şiddete meyilli olanlar, sokaklarda cirit atan suçlular, aniden çöken ve o çöken binanın altında kalan hayatlar, temiz olmayan sokaklar, pazarda çürüyüp yenmeyecek hale gelen meyve ve sebzeler, savaş anında tutukluk yapan bakımsız silahlar, setleri yıkılıp taşan barajlar...mutsuz ama zengin yaşayan ama ölü durumda insanlar görebilmek kesinlikle mümkündür. İşini severek yapmayan bir millette bunların yaşanması müstahaktır. Öyle değil mi sultan? İnsanlar yaptıkları işi sevmeye çalışmak yerine, sevdikleri işi yapmaya başlasalar gör bak bu memlekette tek bir sıkıntı kalıyor mu?" derdi bana. Böyle söyleyerek kendince insanların kendisine söylediklerine, bir isyan başlatırdı. İşte kitap okumanın en güzel tarafıda buydu ya; insanın kendine ait düşünceleri oluyordu ve kendi yolunu kendi çizebiliyordu...

SABAHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin