'YA BEN, YA O' II

9 2 2
                                    

Artık bir seçim yapmam gerekiyordu. Onu; bana Saba yüzünden bağırmasına, bağırarak kitaplarımı yazmama mani olmasına ve bana ettiği onca kırıcı lafa rağmen seviyordum. Düşünen, düşündüren, okuyan, okuyanı seven biriydi Feriha. Siyah gözlerinin içine baktiğim zaman gözbebeklerimin irileştiğini hissedebiliyordum. Ona olan sevgim; kırdığı eşyalarıma, en sevdiğim kitaplarımın yırttığı sayfalarına, kalbim emsali kırılıp dökülen bardaklara ve vazolara, ağlayıp bu zulmü durdurmamı isteyen duvarlara, bana vurduğu onca söze, hatta Saba'ya hakaret ederek yüreğimin pınarlarının oluk oluk acı akıtmasına dayanmama neden oldu ama bana söylediği o son söz, işte o söz bulutlara yüklenen son damla oldu. Artık bir karar vermem gerekiyordu. 'ya Saba, ya Feriha' iki seçim hakkım vardı. Kafam hiç olmadığı kadar karışık ve bulanıktı. En çok sevdiğim iki kadından birini hayatımdan çıkartmam gerekiyordu. Bunu Feriha dediği için yapmıyordum aslında. Bu gerekti, aksi takdirde ne kitaplarımı kaleme almak için vaktim ne de mutlu olmak için takatim kalacaktı.

Bunları düşünürken o meşhur yerim olan, Saba'nın karşısındaki zeminde bağdaş kurmuş oturuyordum. Bana bakıyordu, ona bakıyordum. 'Ah Saba! bana bunu neden yaşattı o? Söyle bana. Senden geçemeyeceğimi bile bile, neden senden geçmemi; benden geçeceğini söyleyerek, benden istedi?' Ona sorular yöneltiyordum lakin o susuyordu. O sustukça, ben cevapları buluyordum. Sanki yanıtları gönlünden gönlüme sevk ediyordu. En nihayetinde yapmam gerekeni bulmuştum. Bu evde bozgunculuk çıkartan insandan vazgeçmem gerekiyordu. Saba, yatalak olabilirdi, konuşamıyor, gülemiyor, istediği gibi haraket edemiyor olabilirdi lakin o benim annemdi. Ondan nasıl vazgeçebilirdim ki? Vazgeçemezdim elbette. Vazgeçmemeliydim. Çünkü; hayatıma girebilecek başka güzel veya güzel olmayan bir kadına sevgilim, kadınım, karım...diyebilirdim lakin hayatıma girebilecek başka hiç bir kadına annem diyemezdim. Başka hiç bir kadını uyandığımda esen sabah yelinin yerine koyup ona Saba diyemezdim. Vazgeçmem gereken kişi, Saba'dan vazgeçen kişiydi.

Hemen aceleyle ayağa kalkıp Feriha'yı bularak ona aldığım kararı ve kesinliğini bildirecektim. Tüm odaları Feriha diye diye gezdim fakat kimse yoktu. Yatak odasına gidip dolabını açtım. Tası tarağı toplamıştı. O, benim kararımı dinlemeden çoktan ayrılmıştı buradan. Hemen telefonu alıp elime, numarayı tuşlayarak aradım büyük bir eminlikle. İlk seferde açtı ve henüz ben konuşmamışken 'verdin mi kararını?' diye sordu heyecanla. Sesinde diğer günlerde olduğuna mukabil farklı bir ton vardı. Onu seçeceğimi düşünmüştü galiba 'ben Saba'yı seçiyorum.' dedim kesin bir dille. Kestirip atmıştım mevzuyu sesimle. 'tamam o zaman. Kararında kesinsen sana karışmam' diyordu lakin burnundan soluduğu oldukça ayandı. Bende bu cevaba kesin bir seda ile
'evet, kararımda kesinim' dedim. Kulağımdaki telefondan gelen ses aniden yerini 'dıt' diye bir sese bıraktı. Telefonu yüzüme kapatan Feriha'nın benden koptuğuna hala inanamıyordum. Ben mi ondan kopmuştum? O mu benden kopmuştu? Bilmiyordum ama aramızdaki bu kopmaya sebebiyet veren olayların vesilesi nitekim Feriha'ya aitti fakat yüreği kan ağlayan yine ben olmuştum. Ona olan sevgimin tarifini yapmakta güçlük çekerken, şimdi ise ona olan sevgim hasmım oluvermişti.

Bu hadiseden sonraki ertesi günün sabahında, Saba'ya bakımını yapıp sokağa çıktım. Bir şubat ayı günüydü ve Antakya'nın üzerine gece vakti, sellerin sellerle güreş yaptığı hoş bir yağmur çökmüştü. Habibi Neccar, tüm kış boyunca olmadığı kadar iyi yıkanmıştı. Sokaklardaki tüm tozlar gitmiş, erkenden insanları ısıtmak için çıkan güneşinde etkisiyle parıl parıl parlıyordu zemin. Yolun kenarına sıralanmış dengesiz boyutlu evler,  sokak kenarlarına dizilmiş rengarenk arabalar, kentte parklar dışında pek fazla görünmeyen yeşillikler dahil dışarıda olan her şey paklanmıştı. Bir asi nehri paklanmamıştı, bir asi nehri uslanmamıştı bu yağmurdan. O halen coşkundu, o halen bulanıktı. Tıpkı Feriha'nın kalbi emsali...

SABAHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin