KURTULMAK

32 8 30
                                    

"Onlara; zaten kısacık olan yaşam öykümü bir solukta anlattım ve hala neden dayak yediğimi bilmeyerek beni götürdükleri yere doğru onlarla beraber ilerledim.

Güzelce temizlenip, karnımı doyurduktan sonra beni herkesin ayrı ayrı ufak odalarda tek başına oturduğu bir bölüme getirip, yatacağım yeri gösterdikten sonra çekip gittiler. Dayak yemiş olmamama aldırmayıp, sonunda karnımın doymuş olmasına seviniyordum... Ufak odamda bir yatak ve dolaptan başka hiç bir eşya yoktu. Hemen bana verilmiş olan eşyaları dolabın içine yerleştirip yatağa oturdum. Ben yatağa oturur oturmaz yanıma takım elbiseli, saçı sakalı bakımlı yakışıklı bir adam gelip oturmuş olduğum yatağın üzerine oturdu.
'Burası; o çok gelmek istediğin yer olan, Acıyı Sevenler Kulübü. Nasıl, beğendin mi?'
'Bana neden vurdunuz?' dedim. Soruma yanıt vermek yerine 'acıya dayanıklı mısın?' dedi. Sorduğu sualin maksatını anlamamama rağmen 'evet' diye yanıtladım. Sanki bu söylediklerimi bekliyormuş gibi konuşmasına başladı. 'bulunduğumuz bölmede, yaklaşık elli beş kadar insan kalıyor. Hepside senin gibi buraya daha üç beş gün önce falan geldiler ve hepsinin kafası en az seninki kadar karışık fakat görüyorum ki senin kafan, onlarınkine nazaran haddinden fazla karışık. Kafanın hiç bir sekilde karışık olmasını gerektirecek bir durum yok. Burada; sokakta kalmış insanlara elimizden geldiğince iş imkanı sağlıyor ve onları istihdam ediyoruz.' sözünü bitirmemişti ki 'ben, sana kafamın karışık olduğunu anlatmadım. Kimseye anlatmadım' 'sorular, beynin zeka seviyesini ölçmeye yarayan bir sayaçtır derdi bir dostum. Bende inanıyor ve uyguluyorum ki; sorular, bir insanı bize en iyi tanıtan casustur. Söyleyeceğin sözleri sen kontrol edersin lakin sorular bir duygu akıntısının patlamasıyla açığa çıkar. Sorular en rezil casuslardır, onlara güvenir ve ondan gelecek yanıtlara inanırsın. Onların getireceklerini önemsersin.' kelamını sonuçladıktan sonra oturduğu yerden kalkıp kapıdan çıkana kadar; gözlerimin içine, içlerine hiç bir mana sıkıştıramadığım bakışlarla bakarak beni süzdü.

Bende; o çıktıktan bir vakit sonra aynı kapıdan dışarıya, çevreyi ve buradaki insanları tanımak istediğim için odamdan dışarıya çıktım. Kapının ardı, ilk bakışta siyah renge boyanmış duvarlar ile çok enteresan bir izlenim bırakıyordu insanda. Yemek yenen ve masalar bulunan, yüze yakın odanın birleştiği bir meydan vardı. Her masa tek kişilik ve duvarlar gibi siyahtı. Tavanda; binlerce tanesi olan yapraksız bir zeytin ağacının ters çevrilmiş halinde bir avize duruyordu. Ortamda hiç kesilmeyen, garip ve ürkütücü bir melodi çalıp duruyordu. Yavaşça meydanın etrafında bir daire şeklinde konuşlanmış olan ufak odaların yanından yürümeye başladım. Garip bir şekilde hiç birinin kapısı açık veya aralık değildi, açık bir kapı görebilmek ve o kapının ardında görebildiğim insanla biraz konuşabilmek için cilalı beyaz amerikan kapılara bakarak yürümeye devam ettim...

Nihayet içlerinden hiç bir ses gelmeyen kapıların ardından, ufak bir ses duymaya başladım ve cezbedici olmayan sese heyecan ile ilerlemeye başladım. Sesin geldiği kapının önüne vardığımda beni; önünde anlamsız renkler ve çizimlerle dolu tuvali bulunan bir adam karşıladı. Fırçasını tuttuğu elini çenesine dayamış, melul melul bakan gözlerle müteessir bir şekilde tefekkür ediyor gibi duruyordu. Onu tefekkürleri ile yalnız bırakmak istedim. Düşünen bir insan görmek her zaman nasip olmuyordu sonuçta. Onu, öyle amaçsız ve nedensizce seyretmeye koyuldum. Bazen fırçasını tuvaline narin narin dokundurup bir nokta bırakarak geri çekiyor ve bir süre o noktaya kilitlenip kalıyor, bazende aşağıdan yukarıya dümdüz yahutta şekilli çizgiler çekerek çizimini devam ettiriyordu. Bir müddet daha onu seyrettikten sonra hala tuvaline bakarken bana 'gel' dedi bir anda. Bu komuta uyarak ağır adımlarla ona ve yapıyor olduğu, kırmızı renk yoğunluklu renk cümbüşüne doğru yaklaştım.
'ne görüyorsun' cevap veremedim çünkü; gördüğüm hiç bir şey yoktu tuvalde.
'hadi ama kör değilsin herhalde. Ne gördüğünü soruyorum sadece.' bende bu sözlerin ardından düşündüklerimi aynen ona ileterek 'sadece koca bir saçmalık ve bir renk cümbüşünden başka hiç bir şey göremiyorum.' dedim. 'bende aynen senin gördüğün gibi görüyorum ama ben bu resmi; bir kazadan sonra kafası zemine çarptıktan sonra gözleri yuvalarından fırlamış bir ihtiyara benzetiyorum. Elleri yere yapışmış, kafatası yere çakılmanın etkisiyle ezilmiş bir ihtiyar bu. Bembeyaz olması gereken saçlarını mavi, sarı, siyah renklere boyamış ve burnuna hızma taktırmış genç ruhlu bir ihtiyar.' Bu adamın dediklerinin hiç birini; renk cümbüşü içinde bulunan bu resimden bir türlü çıkartamıyordum...

SABAHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin