HAYIR MI? ŞER Mİ?

6 2 2
                                    

Mutfaktan, elinde iki tane portakal suyu getirerek geri geldi. Uzun bardaklarla getirdiği turuncu rengin en saf halini almış olan portakal sularından birini kendi önüne, diğerini benim önüme koyduktan sonra karşımda mütevazı bir hal ile oturarak düşünmeye ve hemen ardından konuşmaya başladı. "Gözlerinin içinde kendimi büyüttüğüm ve yücelttiğim bir kadın vardı zaten hayatımda ama daha fazlasını istiyordum. Neden daha fazlasını istiyordum? Neden daha fazlasını isteyeydim ki? Çünkü; yazmak istiyordum. Daha fazlasını yazmak istiyordum. Daha önce yazdıklarımdan çok daha fazlasını yazmak, okurlarımın benden arzuladığı, benim kendimden arzuladığım şeyi yazmanın kolay olmayacağını ve bunun beni derin etkileyeceğini bilmeyerek bu işe giriştim. Tek yapmam gereken bir kızla tanışmaktı o kadar ve bunu kütüphanede geçirdiğim altı aylık bir çalışmanın sonunda yapmıştımda. Aslında tam bir yıl boyunca bir kızla sevgili olmaya uğraştım. İnsanlar ile iletişim konusunda büyük problemlerim mevcuttu. Bunun hakkında onlarca kitap okudum, uygulamalı calıştım ama başaramadım. Zaten o zamanlar insanlarla konuşmayı pek beceremeyen biri olan ben, karşı cinsle bir aşk ilişkisi kurgulamalıydım...gençlerin kitap okumak ve bir şeyler öğrenmekten ziyade, kız tavlamak hevesiyle kütüphaneye gittiğini öğrendiğimde işim çok çok kolaylaştı. Artık kızları, klişe laflarla nasıl tavlayabileceğimi onları izleyerek öğrenebilirdim ve öğrendimde. Nihayet bir yılın sonunda bir sevgilim vardı artık. Başarmak istediğim şeyi başarmış, hissetmek için bu işe başkoymuştum. Bundan sonrasında tek yapmam gereken aşkı hissetmek ve bunu bir kitap haline getirmekti. Sevgili olduğum kadın, omzuna yetişen siyah saçı, kömür emsali siyah gözü, esmer teni ile dıştan bakıldığı zaman harikulade bir insandı. Güzelliğine denilecek tek bir laf yoktu fakat huyu yüzü kadar güzel olan bir insan sayılmazdı. İçine girerek kitap okumayı çok severdi, mesleğini sevmesede önemseyen bir öğretmendi...kötü huyu ise; aşırı öfkeli olması, kavgaya meyilli olması...Benim bu iyi huylar karşısında kötü huylarada dayanmam lazımdı. Bu bir mantık ilişkisiydi sonuçta.

İsmi Ferihaydı. Arapça kökenli olan 'ferih' kelimesinden türeyen feriha ismi sevinçli, huzurlu anlamına geliyordu. Ben ise ismine zıt olan bir kişiliğe sahip bir insanla ilişki sürdürüyordum. Onunla eğleniyor, kitap okuyor, yemek yapıyordum. O, beni kırsada kırmamaya çalışıyordum onu. Çünkü; o lazımdı bana. Bir kitap yazmam gerekiyordu aşk hakkında.

Aradan uzunca bir zaman geçti. Elde ettiğim duygu verisi kitap yazmam için gerekli olan her şeyi barındırıyordu içinde. Yazar olduğumu söylemediğim Feriha'dan ayrılma vaktim gelmişti nihayet. Tek yapmam gereken onu terk etmekti o kadar. Yanına gidip, söylediğim onca sevgi cümlesini ve iltifatları es geçerek 'artık seni sevmiyorum' demeliydim. Telefonla arayıp onu bir restoranta çağırdım ve mühim bir konuda görüşeceğimizi söyledim. Asıl niyetimi bilen tek kişi olan ben, ayrılığı düşünmenin dahi kalbimi büyük bir boşlukta bıraktığını, daha ayrılmadan fark ettim. Gözlerim dalıp gidiyordu uzaklara. Ben, ne kadarda alışmıştım bu aşk meşk işlerine...

Gönlümün efendisi olan Saba'nın altını değiştirip, yatağa yanağından öperek yatağına yatırdıktan sonra uyuyup dinlenebilmek için kendimi, kendi döşeğime atıp gözlerimi kapattım. Güya uyuyabilmek için girmiştim yatağa lakin kapanan gözlerime uyku uğramadı. Döşekten kalkıp, yapacağım ve diyeceğim şeyleri sorguladım. Doğru olanı yapıp yapmadığımı bilmiyordum. Bu yaptığım ona çok zarar verebilirdi. Hayatım boyunca bunun yeringenliği ile yaşamak istemiyordum. Bu güne kadar; beni üzenler dahil hiç bir kulu üzmemeye ihtimam göstermiştim. Sonra kitap yazmak pahasına kırdığım kollar, dağıttığım yüzler, incittiğim yürekler aklıma geldi. Bu aşk mevzusunuda kitap yazmak için yapmamış mıydım? Kitap için beraber olduğum bu kadınla ayrılık vaktim gelmişti işte...'offff' diyerek evin içinde voltalar attım. Belkide aynanın karşısında söyleyeceklerimi prova etmem hacetti. Bu eziyetten firar etme fikrini yanıma alıp, koşarak aynanın karşısına geçtim.
'ben senden ayrılmak istiyorum' dedim bir çırpıda çıkan cümlelerle ama bu cümleler daha şimdiden kötü hissetmeme neden olmuştu bile...belkide çok fazla duygusal davranıyordum. 'uyumadan, uyanamam. Direk doğaçlama bu konuşma yaparım olur biter.' dedim kendi kendimi cesaretlendirmeye çalışarak.

İlk sefer olduğu gibi döşeğe, uyumak için girdim ve bu defa uyudumda.

Firak yolunun yolcusu olarak uyandım güneşin bana 'daha bu saate kadar ne diye uyuyorsun?' der gibi vuran sıcaklığı ve ışığıyla. Saate baktım, saat on bir yirmiydi. Ona restoranta on ikide gelmesini söylemiştim. Telaş etmeden üzerimi giyinip, saçımı itina ile tarayarak çıktım yola.

Sözünü ettiğim restoranta vardığımda on ikiye çeyrek vardı fakat Feriha benden evvel varmış, çoktan etrafında iki pamuklu sandalye bulunan iki kişilik ufak masaya oturmuştu bile. üzerinde en sevdiği ve sadece özel günlerde üzerine giydirdiği bordo renkli bir boydan elbise vardı. Kara kaşlarını örten siyah saçının eseri kakülleri ile dirseklerini masaya koyup, avuçlarının içine sivri çenesini konuşlandırarak bekliyordu beni. Oysa ben çoktan gelmiş onu ıraktan seyrediyordum. Yan komşu Halit amcanın bahcesindeki ağacından hurma çalar gibi kararlı kararsız ilerliyordum ona doğru. Kalbimin her adımımda 'gitme, yapma, etme' diyen figanlarını duyabiliyordum. Neden böyle oluyordu ki? Sahiden aşık mı olmuştum ben ona? Yok canım olmamıştım. Aşkın avının, acı olduğunu bile bile neden aşka yanaşaydım ki? Acıyı seviyordum belki ama acı çekmek için aşık olacak kadar değil.

Nihayet Feriha'nın yanına varmıştım. Hemen ayağa kalkarak bana sımsıkı sarıldı. Sanki bir daha hiç sarılamayacakmış gibi. İsteksizce sarılarak koltuğa ona soğuk soğuk bakarak oturdum. Bir anda yüzündeki kuvvetli gülümseme saltanatını cılız bir tebessüme bıraktı. O gülümsemenin koybolusu dahi acıttı canımı ama bu sahte ilişkiyi daha fazla sürdüremezdim...benimle konuştu. Ona, kısa ve kaçamak yanıtlar veriyordum. Ben ona ayrılmak istediğimi söylemeden onun bunu anlamasını ve buna hazırlanmasını istiyordum. Verdiğim yanıtlardan uzanmış olcak ki; 'sen beni sevmiyorsun' diyerek kollarını üç yaşındaki bir çocuk gibi birbirine kenetleyerek çehresini astı. 'Seni sevmediğimi düşünüyorsan; kalbimi çalamamışsın demektir. Çalsaydın; seni sevmediğimi düşünmez, anlardın.' demek geçti içimden lakin bu çehreye göz yaşı düşmesini istemezdim. O nedenle 'seni elbette seviyorum sevgilim' dedim gözlerinin içine bakıp ellerini sımsıkı tutarak. Ellerini sımsıkı tutmak ve hiç bir zaman bırakmamak istedim o an. Duygularım zirveye varmıştı. Neler oluyordu bana? Aşık olmuştum galiba. Aşık etmişti bu kadın kendini bana. Yoksa ne diye kalp atışım, hasmım gibi iç organlarıma vuruyordu ki?
'eee bana önemli bir şey söyleyeceğini söyledin Sezai. Söylesene nedir bu önemli şey?' yüzüne ben çok zekiyim diyen muzur bir ifade yerleşti. Ne diyeceğimi bilmiyordum. Karşımda oturup bana tehlikeli gözlerle bakan kadın, ne diyeceğimi unutturmuştu bana. Ona aşık olduğumu anlamıştım. 'Evlenelim biz' yüz şekli aniden öncekine kıyasla daha mesut bir hal aldı. Ayağa kalkıp oturduğum koltuğa gelerek bana, kalbimin kan pompalamasına mani olacak bir biçimde sımsıkı sarıldı.
'teklifini kabul ediyorum' dedi. O, bana sarılırken omzumun ıslandığını fark ettim. Aniden omzuma damlayan katrenin ardından yüreğime hapsolmuş bir sandıktaki gözyaşlarım, mutluluk denen bir kancayla çekilerek gözlerime sıkıştılar, akmadılar, akamayacak kadar büyüktü bu damlalar ve içlerinde ona bakan birinin anlayamayacağı bir esrar mesturdu. Doğrusu aksalar, onları anlayabilecek bir beşer olmadığı için ziyan olacaklardı...

Biraz daha oturup hasbihal ettikten sonra 'az işim var' diyerek restorandan bahtiyar olarak ayrıldı. Ben ise kendim ile baş başa yemek yiyerek hadiseleri ve söylediklerimin akıbetlerini düşündüm. Ne yapmıştım ben böyle? Evlilik denen bu kelimenin sözlük anlamına dahi bir defa bakmamışken, daha dün akşama kadar bu kadına aşık olmadığımı söyler iken 'evlenelim biz' cümlesi nereden çıkmıştı birdenbire ağzımdan. Ağzımdan hayırmı çıkmıştı? Yoksa şermi? Meçhuldü. Evli bir insan ne yapar? Evli bir insan gün içinde ne yapar?...sinemde; bir yandan bir bahtiyarlık, diğer yandanda bilinmeyene dalmanın verdiği bir huzursuzluk vardı. Onu seviyordum galiba ama evlilik zor bir karardı.

SABAHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin