Bu bölüm, bağımsız bir JiKook kurgusu içermektedir.
Saçlarımın arasına dolan ve onları havalandıran, yüzümde gezinen o hafif, tatlı rüzgârı tanıdım.
Yüzüme ışığını düşüren sıcak bir Güneş de bugün benimleydi. Görüşü olmaksızın gözlerimi kamaştıran ve kırpmaya yönelten gün ışığı simama düşüyordu.
Yanaklarımda hissettiğim ıslaklığa değen rüzgâr ürperti yaratmıştı. Görünen oydu ki, bugün yalnızca gökyüzü ağlamıyordu.
Görmediğim şeyin ne olduğunu dahi bilmiyordum. Karanlık ve siyah, derlerdi adına. Oysa siyahın neye benzediğini bilmezdim, karanlığın da. Görmüyordum ve dahası, bunun ne anlama geldiğini dahi bilmiyordum.
"Jungkook, üşüdün mü?" Nahif bir ses tonu kulağıma ulaştı. Beni bir battaniyeye sıkıca sarmıştı.
"Şimdi daha iyiyim, teşekkür ederim."
Orada olduğunu düşündüğüm varlığına dönmüştüm. Daha sonra, yanıma oturduğunu düşünüyordum.
"Yağmurdan sonra sahilde oturmak iyi bir fikir miydi? Umarım üşütmezsin."
Yüzümde hissettiğim elleri saçlarımı geriye doğru ittirmişti. Ellerinin küçük olduğunu anlatırdı bana. Kısa, biraz da tombul parmaklara sahipmiş. Ama yine de çok güzel olduğunu, istediğinde çok seksi gösterebileceğini de söylemişti.
İnandım.
"Sorun değil. Güzel kokuyor. Ve.. ve, gökyüzü nasıl, Jimin?"
"Oh, gökyüzü.. Parlak, açık ve mavi. Güneş ile parlıyor. Aydınlık. Bilmek istediğin nedir?"
Ona yakalanıyor olmak can sıkıcıydı. Saklayamamak, gizleyememek.. Saklanamamak hatta. Bana şah damarım kadar yakın oluşu, hızlanan tek bir kalp atışını dahi hissetmesi.. İyi, bir o kadar da kötüydü.
Yutkunarak asıl merak ettiğim şeyi sordum.
"Gökkuşağı.. Gökkuşağı da var mı? Bilirsin, yağmurdan sonra çıkar, derler. Orada mı?"Elinin tersi yanağımı bulup hafifçe okşadı ve geri çekildi.
"Burada, Jungkook. Tam da burada."Sormak istiyordum. Her şeyi merak ediyor, bilmediğim o şeylerle tanımlasa, anlamasam bile anlatılmasını istiyordum. Görmüyordum ama en azından görüyormuş gibi olmak istiyordum.
Yine de onu bunaltmayı istemedim. Beraber olduğumuz süreçte bana hiç gocunmadan binlerce şey anlatmıştı belki de. Saatlerce, usanmadan. Her soruya yanıt vererek. Her detayıyla, en olabilecek şekilde, gecenin bir yarısına dek. Sesinden uyku akarken direnirdi ve anlatırdı bana. Uyu, derdim, uyu. Niçin yoruluyorsun? Ama hayır, aklımda en iyi resim çizilene dek durmazdı, asla durmazdı.
Bir keresinde çilek yerken ona çileği sormuştum. Neye benzer, nasıldır? Kırmızı, dedi bana. Rengi öyleymiş. Üzerinde tanecikler varmış, üçgenimsi bir haldeymiş. Ellerimle meyvenin dokusunu incelerken anlattıklarını canlandırmayı deniyordum aklımda. Çabasını yerine getirmeyi. Zordu ama, çok zordu. Üzücüydü, heves kırıcıydı.
Ben kırmızının ne olduğunu bilmiyordum ki.
Şimdi ise ona gökkuşağını nasıl soracaktım? Tüm bu renklerden oluşan gökkuşağını hangi kelimelerle açıklayabilirdi ki? Nasıl üzerdim onu, gönlüne hayal kırıklığını nasıl doldururdum? Yapamazdım. Sustum.
Ama o susmadı.
"Sana anlatmamı ister misin? Elimden gelenin en iyisini yapacağım." İçten sorusu ile biraz heyecanlanmadan geri duramadım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Night and Night | KookMin
Não FicçãoOna karşı kocaman bir sevgi taşıyan kalbim, onun tarafından parçalanıyordu. Ama umarım ona olan sevgime zarar vermezdi. 🌃