Bölüm| Bir İstiridyenin Kıymetli İncisi

207 16 124
                                    

Bu bölüm, bağımsız bir JiKook kurgusu içermektedir.

Hayatın daima adil davranmadığı kesin bir konuydu. Öyleydi işte. Hiçbir yarış adil değildi. Şartlar ne olursa olsun.

Tüm yaşam döngüsü, sağlık durumu, maddi ve manevi durumu büsbütün aynı kişinin yarışı dahi adil olmazdı. Çünkü herkes birbirinden farklıydı. Aynı durumlar karşısında farklı tepkiler gösterirdi canlılar. Herkes aynı hissetmezdi.

Aynı çalışmayı sergilemiş iki öğrenci sınava girdiğinde belki birinin karnı ağrır ve ötekininki ağrımazdı. Hiçbir zaman gerçek bir adalet sağlanamazdı. Önemli olan, en adil durumu gözetmek olmalıydı.

Ama hayır, hayat adil oynamazdı. Daima sizi acıtır, acıtmaya çalışır ve yakanızı rahat bırakmazdı. Böyle olmamalıydı.

Kimse yaşamayı tercih etmemişti. Kimse Dünya'ya gelmek için bir şey yapmamış, farkında bile olmamıştı. Öyleyse zorunlu bir yaşamdı bu. Zorla yaşamaya mecbur ediliyor ve üstüne acıyla tanışıklık ediyordu canlılar. Bunun haklı bir yönü yoktu, adil değildi. Sebebi yoktu.

İstenmiş ve olmuştu. Yaratan her kimse, böyle istemişti. Ve boyun eğmek de değildi yaşamın adı. Çünkü mecburdunuz. Çıkışınız yoktu. Kaderiniz belirlenmiş, yaşanacaklar önünüze sunulmuştu.

Kızgındım tüm bu hayat döngüsüne. Yaşamayı seçmemiştim, acı çekmeyi istemezdim. Öyle yaşamaya zorlanıp üstüne üstlük yanacağımı iddia edenlerle muhatap olmak istemezdim. Ama her şey bir mecburiyetti, bir ağın içine düşmüştüm. Kurtulamıyordum.

Bileğimdeki rahatsızlık nedeniyle ellerimi istemsizce çekiştiriyor ve farkında olmadan daha fazla acı vermesine neden oluyordum.

Bakışlarım bileklerime kaydığında hiçbir görüntü olmamasına rağmen ellerimi bir arada tutup canımı yakmasına sebep olan kelepçeye baktım. Baktım, lakin göremedim tabii. Yine de hissettim.

Karanlık duvarlardan geçerken kollarıma sarılmış iki gardiyanın beni sürüklemesine izin veriyordum. Kendim de yürüyebilirdim ama onlar, egolarını tatmin etmek için beni sürüklemeye ihtiyaç duyuyorlardı. Aldırış etmedim, aşağılık varlıklardı.

Garipti. İyiliği temsil ettiği söylenen, bembeyaz bu diyarın bir de böyle karanlık bir yanı vardı. Bu bana gerçekliği hatırlattı: Dünya var olduğu sürece, tamamen masum ve iyi olan bir şey olmayacaktı.

Dillerinden düşmeyen iyiliğe gölge düşürendim ben. Beni sevmediler. Beni acıtmak istediler. Yargılamak, kırmak ve dökmek istediler. Doğrusu, canlıların kötülüğü aşamamış olmaları beni üzerken beni yargıladıkları konu hakkında asla şüpheye düşmedim.

Haksız değildim. Onlar kötüydüler.

Duvarında iyilikle ilgili, artık inandırıcılığını kaybeden, yazılar sıralanan ve adalete sahip olmayı başaramayan mahkeme salonuna soktular beni. Bir suçluymuşum gibi.

Buraya gelene dek günlerce karanlık bir odaya hapsedilmiştim. İyi bir muamele görmemiş, bu 'çok iyi' varlıkların her türlü şiddetine maruz kalmıştım. Şimdi ise yargılanacak, kararlar verilmesini bekleyecektim. Bir başka çarem yoktu.

Ben yerimi almışken kapı yeniden aralandı. Beyaz ve mavinin, iç açıcı renklerin kuşandığı odaya benim içimi daha da aydınlatan biri girdi. Jungkook, buradaydı.

Başı ve omuzları dik, yüzü kararlı bir ifadeye sahipti. Yüzüne dökülen saçlarını tarama ihtiyacıyla sızladı parmaklarım.

Sessiz salonda göğsümü şişirerek derin bir nefes alışım dikkat çekmişti. Umursamadım, bakışlarımı ondan ayırmadım. Günler sonra, onu görmüştüm. Acıtan bir özlemle sızlıyordum günlerdir. Biz bunca ayrılığa alışkın değildik.

Night and Night | KookMinHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin