Bölüm| Tanrı'nın Elleri

205 10 38
                                    

Bu bölüm, bağımsız bir JiKook kurgusu içerir.

Bir saniyesi, yalnızca tek bir anının dahi adillik taşımadığı bu hayatta amansız bir mücadele, eşit şartlardan yoksun daimi yarışlar veriyor olmak beni kızgın kılandı.

Birimiz asla bir diğeriyle eş değil, olması mümkün değil. Öyleyse bu mücadeleler nasıl adil olurdu? Öyleyse nasıl 'imtihan' denirdi adına? Hangi imtihandır ki taşır eşit şartları? Kimdir ki bir diğeriyle büsbütün eş?

Yaşanan bütün zorluğa 'imtihan' adını veriyor, üstelik birisinin imtihanı bizimkinden daha zorsa şükür ve minnet doluyorduk. En iyisi bizdik, öyle sanıyorduk.

Korku, ele geçiriyordu beni. Sonsuz varlığı nedeniyle ondan başka kimsemin olmadığını düşündüğüm Tanrı ise göğsüme bu acıları eken, bu koskoca boşlukta kim koruyacaktı beni? Kim sevecekti? Tüm bunları yaratan O iken, yeşeren acılarımın da sahibi değil miydi? Ona güven yoksa kime olabilirdi?

Canımı yakıyordu bu derin yalnızlık hissi, kimsesizlik. Acıyla dolu kadehime eklenen damlalar, daha iyi gelmedi.

Kapüşonlu ceketine sımsıkı sarılan siyah saçlı beden yanımdaydı, çok yakınımda. Fakat bir o kadar da uzakta.

Çökmek üzere olan karanlık fakat aydınlığını yitirmemiş günde, rüzgâr soğuğuyla tenimizi keserken bir akşam turu için beraberdik. Kalabalıkla sakinliğin harmanlandığı caddede acelesiz adımlarımız vardı.

"Bir şeyler yemek ister misin?" Onun bozmaktan rahatsızlık duyduğu sessizliği ben bozdum. Daimi sessizliği bozan sesimle irkildi.

"Oh, ben- Belki de. Yine de önemsiz." İnce dudakları birkaç kesik kelimeleri sıraladı. Dudaklarımı ıslattığımda rüzgâr soğuğu çarptı. Etrafıma bakındım.

"Sosisli?" Parmağımla işaret ettiğim yere döndü.

"Evet, sosisli." Başımla onaylarken kodlanmış robotlar gibi adımlarımızı sosisli satan dükkâna ilerlettik. Ayakta yemek yemekten hoşlanmadığını bildiğim için oturacağımızı tahmin edebilmiştim. İri adımları içeriye ulaştığında peşindeydim.

Siyah saçları kapüşonunda gizlendiği için arkadan görünmüyor, iri omuzları deri ceketiyle sarmalanıyordu. Benden biraz daha uzun boyu varlığını bağıran bir öteki şeydi.

Yine de o, sinerek kendini saklamak için bütün enerjisini harcıyordu.

En arkadaki masaya vardığımızda yüzünün duvara bakacağı tarafa oturmuştu. Cebinden çıkardığı ellerindeki eldivenler, onu daha serseri göstermekten çekinmiyordu. Çabucak bir garson bizi karşıladı. Jungkook'un asla göz teması kurmayışından olsa gerek, yalnızca benden tarafa dönüktü selamlamasının ardından.

"Bize dört tane sosisli, lütfen." Onaylayarak not aldı.

"İçerik tercihiniz nedir?" Bakışlarım Jungkook'a düştüğünde yerinde kıpraşırken yalnızca arkamdaki duvarı incelediğini gördüm. Benim yanıtlamam gerektiğini anladım.

"İki tanesi karışık, diğer ikisinde ise sadece ketçap olsun, sadece." Sadece, üzerine vurgu yapıyordum. Hoşlanmadığı bir şeyi yemek veyahut yalnızca görmek bile ona rahatsız edici gelirdi.

"İçecek bir şey?" Ses seda olmayınca reddettim ve garson yanımızdan ayrıldı. Karşımdaki çocuğa döndüm. Eldivenli elleri birbirlerine bağlıydı.

"Herhangi farklı bir şey?" Teyit etmek istedim. Başını iki yana salladı.

"Hayır, iyi." Bu sefer ben onayladım. Geçen zamanın kısalığı, sessizlik nedeniyle ömür gibi geliyordu. Hiçbir zaman buna dayanmak kolay değildi.

Night and Night | KookMinHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin