Benjamin'e destek olurken yemek alanına ilerlemeye çalışıyoruz. Bacağını burkmuş olabilirim, akşam yemeğini kaçırmış olabilirim, ama en azından yeni bir hareket öğrendim ve bu Darker'ı ortadan kaldırmama yardım edecek.
Yemek kulübesinin kapısını ayağımla ittiriyorum ve içeri göz gezdiriyorum. Yoğun yemek buharı havayı doldururken kirli tabakların, çatal bıçakların kokusuna maruz kalıyorum. Yüzünü buruştururken, adını unuttuğum çocuğu bulabilmek umuduyla etrafa göz gezdiriyorum, ancak ortada görünmüyor. Bıkkınlıkla geri dönüyorum ve kulübeden çıkarak, Benjamin'in yanına dönüyorum.
Adını hatırlamamla gülümsüyorum. "Luke ortalıkta yok, yemeği kaçırdığımız için üzgünüm."
"Ah, tabi ki üzgün olmalısın!" diye patlıyor Benjamin. "Yemeği kaçırdık, bu önemli."
Başımı yavaş hareketlerle yukarı aşağı sallıyorum ve "Peki," diye mırıldanıyorum. Haklıydı, yemeği kaçırmıştık ve bir mucize, küçük bit mucize olmazsa bu gece uyuyabileceğimi sanmıyorum.
Benjamin ile birlikte boş olan bir banka oturuyoruz. Burada banklar ağaçların köklerinin birleşmesinden oluşuyor, ve oldukça hoş duruyor. Bu yüzden banklar, kamp sınırı içindeki ağaçların tam önünde.
Aniden, tekrar başıma bir sancı saplanıyor. Başımın içinde binbir ses, birbirini bastırmaya çalışıyormuş gibi daha çok acıtıyor. Dizlerimin üstüne çöküyorum, kulaklarımı ellerimle örtüyorum ve gözlerimi sımsıkı yumuyorum. Beynimin içinde çıkan seslerden hiçbir şey anlaşılmıyor, bana bir şey anlatmak istiyorlarmış gibi. Ama onları anlayamıyorum.
Zihnimde gidip gelen, uğuldayan o seslerin kimlere ait olduklarını biliyorum aslında: Avatarlara.
Bana ne söylemek istedikleri hakkında en ufak bir fikrim yok ama başım gittikçe daha çok sarsılıyor.
Sonunda, sadece bir Avatar kalıyor beynimde. Kim olduğunu çıkarabiliyorum, ancak sadece fısıldıyor.
Sir Isaac.
En sonunda, onu karşımda görebiliyorum. Ama kampta değilim, tek element bükücüler yanımda değil ve nerede olduğumu bilmiyorum bile. Sadece Sir Isaac ile, karşı karşıyayım.
Beyaz kapüşonunu indiriyor, ve mavi gözlerine odaklanıyorum. Yerdeki su birikintisine indiriyorum bakışlarımı, benim de gözlerim aynı renk.
Aynı mavi.
Daha sonra, bir el omzuma dokunuyor. Ama yüzüme dahi bakmadan Sir Isaac'in yanına ilerliyor. Siması tanıdık geliyor, tanıyorum ama... Kim?
Yüzünü bana döndüğünde, kim olduğunu anlamış oluyorum.
Susan.
Onlara yaklaşmak istiyorum, burada neler döndüğünü öğrenmek istiyorum ancak ne kadar adım atarsam atayım, bana aynı uzaklıkta kalıyorlar. Sonunda ben de vazgeçiyorum ve Susan'a bakıyorum. Diğer Avatarlar da kendini gösteriyor; herkesin gözü mavi. Avatar mavisi.
Sonunda ağzımı açmayı başarabildiğimde, kelimler ağzımdan yavaşça dökülüyor. "Neredeyim ben? Susan? Sir Isaac?"
Susan gülümsüyor ve bana biraz yaklaşıyor -o yaklaşabiliyor, ama ben yaklaşamıyorum.
Susan konuşuyor. Ama ağzını açmıyor, sadece sesini duyuyorum. "Jane. Avatar. Bir kehanet var. Öğrenmek zorundasın."
"Ne- nedir o?" diyebilmeyi başarıyorum ancak korkum ve endişem, burada geçirdiğim her saniye de daha da artıyor.
"Kehanet... Karanlığı yenebilecek, kötülüğü dünyadan silebilecek Avatar, tüm yakınlarını kaybedecek. Kendisini de."
Pek bir şey anlayamasam da, ona sormaya çabalıyorum ama etraf gittikçe siliniyor ve sonunda kimse kalmıyor.
![](https://img.wattpad.com/cover/18267546-288-k607106.jpg)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Genç Avatar
FantasyO, tarihin şahit olduğu en güçlü Avatarlardan: Jane Parker. Dünya üzerinde, karanlıkla beslenen o korkunç öfke ile Avatarlar arasında yüzyıllardan beri süregelen; belki de bir gün dünyanın kaderini değiştirecek olan o müthiş savaş. Ancak, insanlığın...