18. Bölüm: "Lunapark"

521 32 16
                                    

Gondoldan iner inmez merdiven oturuyorum, tek elimle trabzana tutunarak başımı kucağıma koyuyorum. Bu, Darker'la karşılaşmaktan bile kötüydü.

Percy sırıtarak yanıma oturuyor ve elini omzuma koyuyor. "Al sana manşetlik haber, Avatar bir oyuncaktan korkuyor!"

"Sus," diye sızlanıyorum. "Başım dönüyor."

Robin diğer yanıma geçiyor. "Seninle biraz konuşabilir miyiz?"

Başımı kaldırıp ona bakıyorum. Yüzü solgun, ama gondoldan dolayı olmadığı çok belli. Tyler'a bakıyorum, Percy'nin yanında oturmuş yere bakıyor. "Tabi," diyorum Robin'e dönerek. Başım artık dönmüyordu ve rengim yerine gelmeye başlamıştı bile.

Lunapark'ın girişine yakın, kimsenin olmadığı ıssız bir yere geliyoruz. Konuşmasını ister yüz ifademle ona bakıyorum, ama o bana söylemekle söylememek arasında bir yerde benden gözlerini kaçırıyor.

Bşımı biraz yere eğiyorum. "Robin, sorun nedir?"

Gözlerini yumuyor ve derin bir nefes alıyor. "Ben... Tyler'dan hoşlanıyorum galiba."

Tebessüm ediyorum. "Gerçekten mi?" Aslında şuan kahkaha atarken karnuım ağrıdığı için sakin olmaya çalışmam gerekirdi ama-

"Evet, o-" Ayağını yere vurmaya başlıyor. Durduğu zaman yüzünü bana dönüyor, oldukça kararlı bir biçimde. "O beni öptü."

Gözlerimi, ağzımla orantılı olarak sonuna kadar açıyorum. Ciddi bir insan olmadığımdan iki saniye sonra gülmeye başlıyorum. O kadar çok gülüyorum ki, yere oturmak zorunda kalıyorum ve dizlerimi karnıma doğru çekiyorum. Tanrım!

"Hey, komik değil! Bence fazlasıyla romantikti!"

Cevap veremiyorum. Birkaç dakika sakinleşmek için derin nefesler alıp veriyorum ve gözlerimi siliyorum. "Sen ciddi misin? Bu harika bir şey!"

Robin gözlerini deviriyor ve, "Evet," diye mırıldanıyor. Ayağa kalkıyorum ve elimi Robin'in omzuna koyuyorum. "Öyleyse, çıkıyorsunuz?"

Sağ gözünü biraz kısıyor. "Ah... Pek sayılmaz."

Baygın bir şekilde ona bakıyorum. "Ne demek pek sayılmaz? Sen ondan hoşlanıyorsun, o senden hışlanıyor, çıkmıyorsanız sizinle dalga geçeceğim."

Robin alayla açıyor gözlerini. "Hah, ne yapacaksın?"

Ona bir sürtük gülümsemesi gönderiyorum ve omzuna çarparak Percy ve Tyler'ın yanına doğru ilerliyorum. "Aa, Tyler!"

"Hey, hey!" Diye koşturdu peşimden Robin. Arkamı döndüm ve sakince gülümsedim. "Efendim? Sana söylemiştim."

"Sana söylemiş-" Robin arkamda, yüksekteki bir yere odaklanıyor. Onun gözlerini izliyorum ve dönme dolabın biraz daha yükseğinde, karanlık bir adamı gördüm.

Darker. Elbette. Buraya geleceğini tahmin etmemiştim.

Bu kadar aptal olduğunu da.

Etrafta insanlar çığlık çığlığa koşuştururken, sinirden yüzümün kızardığını hissediyorum. Ellerimi öyle çok sıkmışım ki, tırnağın etimi kestiğini hissediyorum. Kanlar aşağı doğru süzülürken, Tyler ve Percy'nin buraya doğru geldiklerini görüyorum.

"Ne yapacağız?"

"Ona karşı şansımız var mı?

Derin bir nefes alıyorum. "Evet, var."

Ve Darker'a doğru koşmaya başlıyorum.

"Hey! Seni ahmak, insanlara zarar vermeyi kes!" diye bağırıyorum. Darker bana bakıyor, yani sanırım. Kapüşonundan kime baktığını anlamak olasılıksız. İğrenç bir kahkaha koyuyor ortaya, yer yüzüne doğru alçalmaya başlıyor.

O alçalırken göz bebeklerimi ondan bir santim dahi ayırmıyorum.

Yere ayak bastığında, bana bakmıyor. Yere baktığını sanıyorum. Tekrar gülmeye başladığında, iğrendirici sesi kulaklarımda yankılanıyor.

"Ne işin var burada," diyorum dişlerimi sıkarak. "Bu kadar insanın hayatını tehlikeye atmaya ne hakkın var?"

Percy, Robin ve Tyler arkamda savaş pozisyonu aldıklarında, Darker başını kaldırıyor. Elini öne uzatıyor ve aniden sıkıyor. Ne olduğunu kavrayamadan arkamda Robin'in tiz sesi kulaklarımı dolduruyor.

Hızla arkamı dönüyorum. Robin tek eliyle boğazını tutarken, diğer eliyle yerden destek alıyor. Hızla Robin'in yanına koşarken adını haykırıyorum.

"Hayır! Robin!" Robin'in yanına çömeliyorum. O sırada Tyler ve Percy'yi fark etmiyorum.

"Jane, Darker'la savaşmak zorundasın! Robin'i kurtarmak için!"

Hızla başımı sallıyorum ve Darker'a doğru koşturmaya başlıyorum. O an, Darker buharlaşıyor (Muggeların deyimiyle ışınlanıyor) ve arkasındaki dört kişiyi seçebiliyorum.

Sırayla onlara bakıyorum. "Siz de kimsiniz?"

Kızıl saçlı olan kız öne çıkıyor. "Ben Emma. Element Kampı'ndanım. Ve sen, Avatar, seni kampa götürmeliyiz. Orada hangi elementi nasıl büleceğini ve karanlıkla nasıl savaşacağını öğreneceksin, diğerleriyle birlikte."

Duyduklarımla birlikte, ilk önce afallıyorum. "Element Kampı mı? Percy Jackson serisinde ki gibi mi?"

"Bir bakıma öyle, evet," diyor arkada duran sarışın çocuk.

"Pekala," diyorum kollarımı birleştirerek. "Size nasıl güveneyim?"

Emma elinde ateş yakıyor, sarışın çocuk ayağını yere vurarak tam yanında, topraktan, minyatür boyutlarda dağ çıkarıyor, diğer bir kız hava elementini kullanarak saçlarını havada uçuşturuyor, en son gördüğüm açık kahve rengi saçları olan çocuk, kenarda duran küçük su birikintisini kaldırarak havada dans ettiriyor. Emm elindeki ateşi söndürerek yanıma geliyor.

"Tehlikedesin. Darker'ı yenmek için kampta eğitim göreceksin. Efsanedeki Avatar sensin, Jane. Artık bize güveniyor musun?"

Sınır: 8 oy, 6 yorum.

Genç AvatarHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin