Rosalie'nin ölümü hepimizin üzerinde kötü bir etki bırakmıştı... Ölen birini televizyonda izlemek ve gözler önünde, olaya tanık olmak arasında baya fark var.
Büyükbabam, Tyler ve ben Benedict'in eşyalarını toplamasını bekliyoruz. On dakika sonra dayanamayıp odasına giriyorum. Benedict yatağında kamburunu çıkarmış bir halde oturuyor, elindeki foroğraf çerçevesini göğsüne bastırıyor. Sonunda bakışlarını bana çevirdiğinde ona acıdığımı fark ediyorum.
Yanına gidip yatağına oturuyorum. Tek elimi omzuna dolayarak onu kendime çekiyorum. "Jane, burdan gitmek istemiyorum." -hıçkırır- "Annemin hatırası burası. O benim için özel anlıyor musun?"
Burnumu çekiyorum. "Hayır, anlamıyorum sanırım. Hiç ailemi tanımadım. Onlar için ağlamış olabilirim ama bu daha kötü olmalı."
Soru soran bakışlarını üzerime çeviriyor ve sırtını dikleştiriyor, "Bir yakınını hiç tanımadan yaşamak mı yoksa onu yaşarken kaybetmek mi daha kötü?"
Derin bir nefes alıyorum, "Bilmiyorum."
Bakışlarımızı yere sabitliyoruz. O sırada konuşuyor. "Bence tanımadan yaşamak daha kötü. Annemi tanıyordum, en azından hatıraları var geriye kalan. Ama sen, onları hiç tanımamışsın. Hatıran yok. O zamana dair hiçbir şey hatırlamıyorsun. Yüzlerini mesela." Bir gözyaşı yanağımdan süzülürken yerdeki boş bavulu gözüme kestiriyorum.. "Imm, Benedict gitmeliyiz biliyorsun..."
"E-evet. Evet." diyor ve ayağa kalkıyor. Dolabının kapağını açıyor ve içindekileri rastgele bavula atıyor. Sonra çekmecesindeki iç çamaşırlarını beni umursamadan bavula atiyor. En sonunda göğsüne bastırdığı o çerçeveyi em üste koyuyor ve fermuarı çekiyor. "Hazırım."
Aşağı iniyoruz. Büyükbabam telefonla konuşuyor. Tyler'da karavandaki yerini almış. "Hazırsanız artık yola çıkalım. Polise haber verdim en kısa zamanda buraya gelirler." diyor ve sürücü koltuğuna yerleşiyor. Arkada cam kenarında Tyler, ön koltukta Benedict ve Tyler'in yanında ben.
Ormanın içinden çıkıyoruz. Şehrin bu yerlerini 1 ay görmemiştim ama sanki bana 1 yıl gibi geliyor. İstemsizce gülümsüyorum.
Tam bizim evin önünden geçerken büyükbabam karavanı durduruyor. "Jane, evden almak isteyeceğin bir şey var mı?" Tabi ki! Şampuanlarım, tarağım ve diğer özel eşyalarım.
Zıplayarak karavandan iniyorum. Evin önüne geldiğimde anahtarı unuttuğumu anımsıyorum. Tam arkamı dönüyorum ki birkaç polisin büyükbabamı tutukladığını görüyorum. "Hey!" diyerek karavana doğru koşmaya başlıyorum. O sırada Bay ve Bayan King Tyler'a sarılıyor. Ah tabi! Lanet olası durumu kavramaya başlıyorum.
Tyler'la evden kaçarken onun -üvey- anne babasını unutmuştuk. Kimsenin aklına gelmemişti! Tabi ki anne babası onu arayacaktı!
Büyükbabamı polis arabasına bindiren polislere doğru yürüyorum. "Hey!" diyerek iki polisinde bana bakmasını sağlıyorum. "Büyükbabamı ne hakla tutuklarsınız! Bırakın onu!"
Kadın olan beni süzdükten sonra konuşmaya başlıyor. "Büyükbaban Tyler King'i kaçırdığı için bizimle küçük bayan." Küçük bayan kısmını bastırarak söylemişti.
Tyler araya giriyor, "Hayır! O bir şey yapmadı! Ben- yani biz, Jane ile beraberiz!"
Ağzim bes karış açılırken Tyler'a bakıyorum. Hemen kendimi toparlıyorum. Sesimin kararlı çıkmasını umuyorum. "Evet! O bu yüzden bizimle geldi! Şimdi büyükbabamı serbest bırakın!" yalan söylemekte iyi değilimdir ama herkes inanmış gibi görünüyor. Şimdi şaşırma sırası Kingler'de. Yüzümde kibirli bir gülümseme var.
"Oğlum!" diye bağırıyor Bayan King tiz sesiyle.
"Duydunuz! Şimdi bizi rahat bırakın!" diyor Tyler ve ailesine bakarak devam ediyor. "Anne, baba. Şu ana kadar bana baktınız ve size minnettarım ama... Ama ben Bay Parker ve ailesiyle yaşamak istiyorum.." ve köpek yavrusu bakışı atıyor.
Kingler'in gözleri doluyor. Bay King dudaklarını birbirine bastırırken üzüntüyle başını sallıyor. Tyler ailesinin yanına gidiyor ve onlara uzunca sarılıyor.
"O zaman dava kapandı?" diyor kadın polis herkese tek tek bakarak. Sonunda başını Bay King'e sabitliyor. "Evet..." diye mırıldanıyor adam.
Tyler yanımıza geldiğinde bu sefer erkek polis konusmaya baslıyor. "Peki bu?" diyor eliyle Benedict'i göstererek. Hemen atılıyorum, "Kuzenim!"
Polis onaylarcasına başını sallarken arabasına binip gözden kayboluyor. Büyükbabam yanıma geliyor ve kulağıma eğilerek fısıldıyor, "İyi yalan, ha?"
Gülmeye başlıyorum. "Ah, evet. Kesinlikle."
Sonunda Tyler ailesinden ayrılırken mutlu görünüyor. Ama sanki bir parçası ona ailenle kal dermiş gibi hissediyorum. Ben öyle yapardım.
"Eee, bu meseleyi de hallettiğimize göre artık gidelim?" diyor Tyler dümdüz sesiyle.
Büyükbabam başıyla onu onaylarken kendimi tuhaf hissediyorum. Ailesiyle bizim yüzümüzden mi ayrılmıştı? Daha doğrusu, benim yüzümden mi?
Herkes arabadaki yerini aldıktan sonra yola çıkıyoruz. Aklım yine Rosalie öldükten sonra, bana en iyi bükebildiğim elementi bulmam gerektiğini söyleyen Benedict'a takılıyor. Evet bunun cevabını biliyorum, Hava. Havaya her zamankinden daha aşinaydım gibi hissediyordum her zaman. Sanki... Sanki tek bükebildiğim element Havaymış gibi.
Elimdeki çikolatayı masanın üzerine koyup Benedict'a dönüyorum, "Hava."
"Ne havası?"
"Hava." diyorum bıkmışçasına, "En iyi bükebildiğim element."
Anladığını belirten bir ses çıkarıp bedenini tamamen bana döndürüyor. "Harika!" diyerek sirt çantasindan bir kitap çıkarıyor ve ortamıza koyuyor, "Bu kitap çok nadir bulunur. Bende tesadüfen buldum. Gerçek olabilecek düzeyde bir efsane okudum." O kitabın sayfalarını çevirirken bende kitaba bakıyorum. "Yüce Susan, ilk Avatar." Susan dediğinde irkiliyorum, "Onun dediği varsayılan bir rivayete göre, dünyadaki en iyi Avatar dört elementi de eşit ve en iyi biçimde kullandığı zaman ölümsüzleri öldürebilir."
"Yani?"
"Yani, en iyi Toprak ve Su bükücüyü bulup sana öğretmenlik yaptıracağız."
"Saçma."
Gözlerini pörtletip benimle dalga mı geçiyorsun bakışı attığında gülmeye baslıyorum. "Benedict, hepsini öğrenemeden Darker beni öldürür!" diyorum kahkahamın arasından.
Söylediğimi son anda fark ediyorum. Öldürür. Ne kadar rahat söylemiştim? Ama... Biraz düşününce kulağa mantıklı geliyor. Bunu büyükbabama anlatmalıyım. Kesinlikle.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Genç Avatar
FantasyO, tarihin şahit olduğu en güçlü Avatarlardan: Jane Parker. Dünya üzerinde, karanlıkla beslenen o korkunç öfke ile Avatarlar arasında yüzyıllardan beri süregelen; belki de bir gün dünyanın kaderini değiştirecek olan o müthiş savaş. Ancak, insanlığın...