Reditum
Current tempus
Reditum
Current tempore magicisAyaklarım yerden kesilirken, midemde tuhaf bir karıncalanma oluyor. Birkaç saniye içinde kendimizi yine Element Kampı'nda buluyoruz. Yerde onlarca ölü bedenle iç içeyiz şimdi.
"Burayı yok etmeliyiz," diyor Percy yavaşça. "Tüm ölenlerle beraber, Element Kampı her şeyiyle yok edilmeli. Aksi taktirde bükücü olamayanlar burayı bulacak, bunca yıldır sakladığımız sırlar gün yüzüne çıkacak. Şanslıyız ki her kıtada birer tane Element Kampı bulunuyor -gelecekte bir tane daha yapılacağını umuyorum elbette. Bir kıtadan eksilse bir şey fark etmez. Ayrıca tüm bu ölenleri -"
"Tamam," diyorum ruhsuz bir tınıyla. "Onu da mı bırakmalıyım? Diğerlerinin aksine uygun bir töreni hak ediyor."
"Diğerlerinin aksine?" diyor Robin sinirini belli edercesine. "Onlar boşuna mı öldü?" derken eliyle cesetleri işaret ediyor. "Onlar bunca yıldır, bunca yıldır Darker'a karşı savaşıyordu, çalışıyordu. Onlar da en azından Jane kadar bir töreni hak ediyor. Ama şu anki durumumuza bakacak olursak, bir tören yapmak kadar mantıksız bir şey düşünemiyorum."
"Sadece Jane için," diyorum. Sesim öyle cılız çıkıyor ki, kendime kızıyorum. "Onu diğerleriyle bırakamayız. Lütfen..."
Başımı boynuna gömerken göz yaşlarımın akmasına izin veriyorum. "Anlamıyorsunuz. Size yalvarırım, sadece Jane için. Üçümüz arasında."
Robin'in hıçkırığını duyuyorum. Percy'nin de gözleri buğulanırken Kamp'ın girişine doğru yürüyor. "Anlamadığımı mı sanıyorsun? Linda onların arasındaydı. Ya Tyler, John? Şu gördüğün 100 cesedin içinde bir yerlerdeler. Ama ben, Linda'yı bırakmalıyım." Olduğu yerde duruyor ve başını geriye atıyor. "Onu da bırakmalısın."
Haksız çıkmaktan her ne kadar nefret etsem de, kabulleniyorum. Öldüğünü, az sonra ondan kalan son şeyin de yok olacağını bilmek acıtıyor.
Onu hafızama kazımak istercesine izliyorum, yüzünün her yerini ezberlemeye çalışıyorum. Artık her an parlayan mavi gözleriyle bana sevgiyle bakan biri yanımda olmayacak, kabulleniyorum.
Yavaş adımlarla ilerliyorum, Kamp'ın kapısından geçiyorum ve onu nazikçe yere bırakıyorum. Yüzüne doğru eğiliyorum, son kez öpüyorum belki de. "Seni seviyorum," diye fısıldıyorum dudaklarına karşı. Akabinde daha fazla dayanamayacağımı anlayıp kendini Kamp'ın dışına atıyorum. Uzunca soluklanıyorum ve Percy'nin yanına geçiyorum. Robin konuşuyor.
"Sanırım işe önce, kalkanı yok etmekle başlamalıyız." Onay almak istercesine Percy'ye bakıyor. Percy başını evet anlamında sallarken bunu nasıl yapacağımızı düşünüyorum.
"Şey- kalkan zaten yok edilmemiş miydi?" diyorum gözlerimi kısarak.
Robin başını sallıyor. "Doğru, Emma'nın tepkisini hatırlıyorum da..."
Bu sefer gözüm kampın girişinde yatan Emma'ya takılıyor. Kamp için ne çok emek verdiğini hatırlıyorum.
"Peki ya aileleri? Onlar ne olacak?" diyor Robin kaşlarını çatarak.
"Emma bana, hepsinin biyolojik ailesinin hayatta olmadığından bahsetmişti. Burada bir ailelermiş."
"Acı çekmediler en azından... Son- son kez, Tyler'a bakabilir miyim? Sen de o sırada Linda'yı bulursun."
Percy'nin gözleri tekrar buğulandığında başını hızla iki yana sallıyor. "Onları görürsek bir daha ayrılamayız. Burada kalmalılar. Her neyse, Benedict- iş sana düşüyor. Kampı yakabilir misin? Gerisini Robin ve ben hallederiz."
Başımı aşağı yukarı sallıyorum ve ellerimi iki yana doğru açarken avuçlarımdaki yoğun ısıyı hissedebiliyorum.
Ellerimden çıkan ateş yavaşça kampın her yanını kaplıyor. Yavaşça kamptan içeri girdiğinde ateşin sıcaklığını arttırmaya çabalıyorum. Kamp o kadar geniş ki ateşi kontrol altında tutmak gittikçe zorlaşıyor. Sonunda kampın her metre karesini ateş kapladığında sıcaklığı daha da arttırıyorum, o kadar ki dizlerimin üzerine düşüyorum. Kamp'ı kül etmek zorundayım, bu düşünce bana güç veriyor, bir nevi.
Arkamda Percy'nin toprak büktüğünü duyabiliyorum.Ateşi aniden bıraktığımda, bedenimde bir sancı hissediyorum. Robin hemen nehirdeki suyu alıyor ve küllerin üzerine boşaltıyor. Percy, "Elveda." diyerek toprakta tüm kampı kapsayan bir boşluk yaratıyor. Ardından toprağı yüzeye geri çıkardığında kampa dair bir şey kalmıyor. Boş bir arazi gibi görünüyor, el sürülmemiş gibi.
Arkamı döndüğümde onları görüyorum; Jane, Tyler, Linda ve John. Gözlerimi onlardan ayırmadan başımı Percy'ye çeviriyorum, sonunda gözlerim de soru sorarcasına onu buluyor. Percy başını yukarı aşağı sallıyor. "Onlar bir töreni hak ediyor."
***
Güneş batmak üzereyken, hava tatlı bir kızıllığa bürünüyor. Denizin sakin dalgalarını seyre dalmışken Percy'nin sesiyle kendime geliyorum.
"Yine onu düşünüyorsun, değil mi?"
Dudaklarımı birbirine bastırırken, sanki uzun süre suyun altında oksijensiz kalmışım gibi hissediyorum. Başım dönüyor, zorlukla nefes alıyorum. "Nasıl düşünmem? Sen düşünmüyormuşsun gibi konuşma."
"Öyle konuşmuyorum, ah - Robin geliyor, sessiz ol."
Tyler'ın gidişi Robin için çok zorluydu, öyle ki onu mezarının başından ayırmakta güçlük çektik. Ama kimi zorlamamıştı ki?
"Eh, artık biz bizeyi, ha?" diyor Robin kayıtsızca. "Herkes gitti, en azından dünya güvende."
"Biz de bir gün gideceğiz," diyorum ve umursamazca omuz silkiyorum. "Bugün değil, belki birkaç saniye sonra. Ama biliyorsunuz değil mi, bizi sevenler bizi asla gerçekten terk etmezler. Onlar buradadır," elimle kalbimi gösteriyorum. "Bizim yapmamız gereken şey onları unutturmamak. Her zaman bizimle olacaklar."
Percy ve Robin derin bir iç çekiyor ve mırıldanıyor, "Her zaman."
İşte... sanırım Genç Avatar böylelikle son buldu. Belki merak ediyorsunuzdur diye yazmak istedim, kısa oldu ama böyle planlamıştım. GA hakkında herhangi bir soru sorabilirsiniz, cevaplarım. Jane'in hayatı, Avatarlık tarihi... Her şey. Bunları yazarken bile en az bölümü yazdığım kadar düşünüyorum. Her neyse, beğendiğinizi umuyorum. Belki başka bir kıtada, Element Kampı'nda görüşmek dileğiyle.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Genç Avatar
FantasyO, tarihin şahit olduğu en güçlü Avatarlardan: Jane Parker. Dünya üzerinde, karanlıkla beslenen o korkunç öfke ile Avatarlar arasında yüzyıllardan beri süregelen; belki de bir gün dünyanın kaderini değiştirecek olan o müthiş savaş. Ancak, insanlığın...