Nişan bitmiş, akrabalar haricinde çoğu kişi evine dağılmıştı. Meryem ise Ömer Furkan'a gözükmeden direk eve gitmek istiyordu. Zaten yeterince kasılmıştı. Yavaşça yerinden kalkıp arka taraftan çantasını aldı ve Gülçehre'nin yanına doğru geldi.
"Şşş Gülçehre. Baksana bi? " dedi fısıldayarak.
"Ne oldu? "
"Çıkıyorum ben tamam mı? "
"Tamam, ama neden fısıldıyorsun? "
"Şşşş. Sessiz ol duyacak. " dediği sırada Ömer Furkan oturduğu yerden arkasına dönüverdi.
Meryem ne yapacağını bilemeden direk dış kapıya koşturmuş ve kendini dışarı atmıştı. Derin bir nefes alarak önüne döndüğü sırada merdivende oturan iki kişiyle karşılaştı.
Ahsen ve Fırat dış kapının sert bir şekilde kapanmasıyla arkalarına dönmüşlerdi. Fırat hızlı bir şekilde ayağa kalktı ve Meryem'in geçmesi için yol verdi. Bi kaç saniye dahi geçmemişti ki kapı tekrar açıldı. Bu sefer çıkan kişi Ömer Furkan'dı. Ahsen ve Fırat neye uğradığına şaşırmış bir şekilde birbirlerine bakıyorlardı.
"Ne oluyor abi? " dedi Fırat.
"Sonra Fırat, sonra." diyen Ömer Furkan, Meryem'in arkasından koşturmaya başladı.
Meryem hızlı adımlarıyla çoktan caddeye çıkmıştı bile. Otobüs durağına gelir gelmez ilk otobüse atlayarak boş bir yere kendini attı.
Ömer Furkan ne yazık ki yetişemişti. Nefes nefese kalmış bir şekilde dizlerinin üzerine eğildi ve giden otobüsün arkasından bakakaldı.
"Neden kaçıyorsun acaba ha Başak? "
Yerinde doğrulduktan sonra yol boyu giden otobüsü süzmeye devam etti. O karate salonunun nerede olduğunu hatırlamaya çalışıyordu.
Biraz düşündükten sonra gittiği lise aklına geldi. Nerede olduğu hatırlıyordu. Bu sayede o salonu da bulabilirdi. Yarın mutlaka ziyaret edecekti.
Rastgele otobüse binen Meryem ilk başta hangi numaraya bindiğine baktı. Zaten çoğu otobüs oturukları yerden geçiyordu. Bu otobüste öyle olmalıydı. Yarım saate yakın yolculuktan sonra nihayet evine gelmişti. Kendini direkt kendi odasına attı. Kafasındaki peçeyi ve onu tamamlayan siyah feracesini çıkarıp yatağına oturdu ve uzun süre düşündü.
"Zaten kim olduğumu çoktan anladı. Neden kaçtıysam. " diye söylendi kendince. Utanuyor muydu? Hayır. Böyle bir şeyden utanması imkansızdı. Asıl böyle bir şeyden utanması utanılacak bir şeydi.
Kafası karıştı. Daha fazla düşünmek istemiyordu. Biraz dinlendikten sonra karate salonunu temizlemek için aşağıya indi. Sonrasında yemek yer, yatmadan önce kitap okur veya sohbet dinler sonrasında ise büyük ihtimal yatardı.
Ertesi gün olduğunda sabah ezanı ile birlikte kalkıp güzelce abdest aldı. Namazdan sonra kahvaltı hazırlayıp babasıyla bir güzel yediler. Bugün yoğun bir gündü. Bir saat sonra kadınlara karate dersi vardı. Sonrasında ise kurs için hazırlıklar başlıyordu. Kahvaltıdan kalktığı sıra babası onu durdurdu.
"Erkencisin Başak."
"Doydum babacığım."
"Çay içseydin bir bardak daha? "
"Yıkanan havluları dışarı asıp daha sonrasında pratik yapmam lazım. "
"Pekii sen bilirsin."
Babası kahvaltıya devam ederken kendisi kalkıp salona doğru ilerledi. Henüz kapıları açılmamıştı bu yüzden içeride rahat gezebiliyordu. Çamaşır makinesinden havluları ve birkaç eşyasını çıkartıp bir sepete koydu ve ev kısmına geçti. Çamaşır telini açıp kanatlarını sabitledikten sonra hepsini teker teker asmaya başladı. Eline kırmızı eşofmanı geçmişti. Gözlerine inanamayıp solmuş rengine baktı. Eğer bu böyleyse kim bilir beyaz havlular ne haldeydi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Helal Bro
ChickLit"Biri kursun önündeki asfalta koca harflerle 'SENİ SEVİREM HAFIZ' yazmış." dedi Vesile Hoca. Sinirli bir şekilde güldü ve bakışlarını bize çevirdi. "Hem de kırmızı harflerle." Hocanın karşında dizilen biz, kendimizi gülememek için zor tutuyorduk...