Bölüm müziği: The Belt Of Faith
❖
"Saygıdeğer halkımız, huzurlu akşamlar dileriz!"
Sirenler saatin akşam 6'yı göstermesi ile neşeli bir anonsla çalmaya başlamıştı, bütün ülke bulundukları yeri terk edip dışarı çıkmıştı. Siren son bulmak üzereyken, herkes dışarıdaydı. Günün 2. Ma'sını alacaklardı.
Herkesin elinde farklı boyutlarda birer Ma vardı. Herkesin Ma'sı birbirinden farklı boyutdaydı. Her ay yapılan düzenli kontroller ile Ma'ların boyutları bireylerin ihtiyaçlarına göre şekilleniyordu.
Sokağın başında dikilen yaşlı kadının Ma'sı yanında duran eşine göre çok daha küçük ve vitamin doluydu çünkü son zamanlarda rahatsızlanmıştı, fazlaca vitamine ihtiyacı vardı. Eşinin Ma'sı ise çok daha büyüktü, ancak çok daha yumuşaktı. Geçirdiği ufak kazada dişleri hasar görmüştü ve dişlerinde ki problem çözülene kadar kendisine çiğnenmesi daha kolay olan yumuşak dokulu Ma'lar veriliyordu.
Siren son bulmuştu. Herkes aynı anda büyük bir heyecan ve neşeyle Ma'larını ağızlarına atmışlardı. Devlet başkanı da, sireni çalan kişi de, çalışanlar da, öğrenciler de, çalışmayanlar da, yaşlılar da, yetişkinler de, gençler de, çocuklar da, beyazlar da, siyahiler de, çekik gözlüler de, yuvarlak gözlüler de, din sahibi olanlar da, olmayanlarda... aynı anda bütün ülke halkı karnını doyurmuştu. Aynı anda, aynı şekilde doymuşlardı.
Devletin eski başkanı, Ma devriminin sahibi, evinin bahçesindeydi, her siren sesi ile içine doluşan büyük bir gururla etrafına bakınıyordu. Gittikçe yaşlanıyordu, Ma'sını çiğnemek onun için çok zordu bu yüzden yavaştan alıyordu çiğneme işini. Yavaş yavaş öğütürken ağzındaki sakız kıvamındaki maddeyi, aynı anda ağzına doluşan tat karmaşası ve sıvımsı hisle gülümsedi. Yavaşça midesine yolladığı maddenin vücudunu rahatlatışının verdiği tarifsiz keyifle diğer insanların da yavaş yavaş Ma'larını bitirip işlerine geri dönemlerini seyrediyordu.
Herkes eşitti, herkes aynıydı. Açlıktan ölen kimse yoktu, yukarıda veya aşağıda olan kimse yoktu. Yüksek binalar yoktu, bütün evler bir katlı ve aynıydı. Kimse kimseden farklı değildi. Etrafında ne zengin vardı ne de fakir.
Emekli olan herkes gibiydi o da, emekli olmadan önce yaptığı iş ona bir ayrıcalık kazandırmıyordu. Emekli olan diğer insanlar gibi, herhangi bir işte çalışmıyordu, devletin eşitsizlikleri ortada kaldırmak için koyduğu yasalara uyuyor, kitaplar okuyor, bulmacalar çözüyor, yürüyüşlere çıkıyor, arkadaşları ile sohbet ediyor, bahçesi ile ilgileniyor, torunlarını seviyor, gazeteleri takip ediyor, günlük tutuyordu. Herkesin yaptığı şeyleri yapıyordu, kimseden bir farkı yoktu.
Herkes gerçekten, eşitti.
Onu rahatsız etmeyenin tek farklılık renklerdi. Herkesin sahip olduğu, herkesin ulaşabildiği, hayatı güzel kılan renklerdi. Renkler eşitsizlik yaratmayan tek şeydi ona göre. Renkler birçok şey için belirleyici olarak seçilmişti. Mesela herkesin işi vardı, herkesin evi yaptığı işle ilişkilendirilen renge boyanmıştı. Kendi evinin rengi eskiden kahverengiydi, devlet yöneticilerinin evi kahverengi olurdu ancak şimdi maviye boyamışlardı çünkü kendisi emekli olmuştu. Oğlunun yaptığı işin rengine sahipti artık evleri, doktorluğu temsil eden maviye. İnsanlar, renkler sayesinde birçok şeyi çok daha rahat anlayabiliyordu. Renkler hayatlarını kolaylaştırıyordu. Bu yüzden renkleri seviyordu, etrafına baktığı zaman gördüğü renk cümbüşü sanki onu hayat dolu birine çeviriyordu.
Gülümsedi, tatminkar bir edayla.
Gözlerini huzurla kapadı, oğluna tekerlekli sandalyesini içeri sürmesi için işaret verdi ve evine girdi. İşte, her şey hayal ettiği gibiydi.
❖
26.03.2021
01.10