13. Bölüm

160 8 4
                                    

"Hala ne olduğunu ve neden böyle davrandığını anlamaya çalışıyordum."

Bana arkasını dönüp birkaç adım ileriye doğru atarken aynı zamanda elleriyle saçını geriye doğru atıyordu. Sonra bana doğru geri dönüp eliyle sert bir şekilde duvara vurarak:

"Ne yapmaya çalışıyorsun bana!? Ne yapıyorsun!? Aklımla oynamak hoşuna mı gidiyor? Dün geliyorsun sabahın dördünde kapımın önündesin. Ondan önce seni sarhoş bir şekilde evimin önünde buluyorum. Şimdi gelmiş ukalaca soru soruyorsun. Sonra arkadan hanımefendinin sevgilisi geliyor. Yeter artık! Oynamayı bırak benimle." dedi sesini yükselterek. Ne yapacağımı şaşırmıştım. Nefes nefese kalmıştı. Yine gereksiz bir yakınlık vardı aramızda. Dudaklarıma doğru baktığını gördüm.

"Ben hiçbir şey yapmıyorum. Sizin aklınızla da oynamıyorum. Beni suçlamayı kesin artık yapmadığım şeyler için. Ayrıca o benim sevgilim değil! Arkadaşım." dedim ona doğru bir adım atarak. Sınırlarını zorladığımı hissediyordum. O da geriye doğru bir adım atarak:

"Bir şey yapmıyor musun? Benim yaşadığım her şey hayal ürünüydü çünkü. Senden uzaklaşmaya çalıştıkça dibime giriyorsun. Sen benim öğrencimsin, ben senin öğretmenin." dedi.

"Biliyor musun? Ben artık çok yoruldum hayatımdaki şeylerin benim elimde olmayışından. Çok saçma değil mi? Şimdi gelmiş beni kendi hissettiğin şeyler yüzünden suçluyorsun." dedim sesimi yükselterek. Çok sinirlenmiştim. Onu itip kendimden uzaklaştırdıktan sonra kapıya doğru yöneldim. Öylece olduğu yerde kalmıştı.

Tam kapıdan çıkacakken kolumdan çekip tekrardan beni duvarla kendi arasına aldı. Yine bakışmaya başladık. Bu sefer farklı bakıyordu. Daha anlamlı ama ne anlatmaya çalıştığını anlayamıyordum. Kendimi yine kayboluyormuş gibi hissettim ama bu sefer farklı bir yerdeydim ormanın içinde değil. Anne ve babamın yanındaydım. Benden uzaklaşmaya başlamışlardı.

O sırada Faris Hocanın beni dürtmesiyle gerçekliğe döndüm. Ama dayanacak gücüm kalmadığı için yere oturmuştum. Faris Hoca korkmuş ve endişeli bir şekilde:

"İyi misin Merve? Merve cevap ver, iyi misin? Merve!" dedi aynı zamanda kollarımdan tutup beni ileri geri hafifçe sallayarak. Daha çok ağlamaya başlamıştım. O gün aklıma geliyordu.

-Flashback-

Kapı çalışmıştı. O sırada annem ve babam yukarıdaydı. O yüzden kapıyı ben açmaya gitmiştim. Gelen kişi babamın en yakın arkadaşıydı, en azından ben öyle biliyordum.

"Merhaba Merve, babanla annen evde mi? Eğer evdeyseler aşağı inebilirler mi?" diye sordu nazikçe.

"Bir dakika hemen çağırayım." deyip merdivenlerden yukarı çıkmaya başladım.

"Anne baba, Mustafa Amca geldi. Sizi çağırıyor." dedim heyecanlı bir sesle, neden bu kadar heyecanlanmışım ki? Annem ve babam birbirlerine endişeli bir bakış attıktan sonra bana sarıldılar ve:

"Odana git, tamam mı? Anne ve baban konuşup geri gelecek, tamam mı?" dedi annem sesi titreyerek. Gözleri dolmuştu. Bir kere daha sarıldıktan sonra aşağı indiler. Ben hemen odama gittim. Merakımdan pencereden bakmaya başladım. Üçü evden çıkmıştı. Bahçeden de çıktıktan sonra tartışmaya başladılar. Ne dediklerini duyamıyordum. Sonra cebinden silahı çıkartıp anne ve babama doğrultmuştu. Ne olduğunu anlamaya çalışıyordum hala. O sırada gözlerimden yaşlar süzülmeye başladı.

İlk kurşunu sıkmıştı. Oraya baktığım an babam yerde kanlar içinde yatıyordu. Annem ise başında ağlayarak öldürmemesi için yalvarmaya başlamıştı. İlk kuruşunun sesiyle insanlar dışarıya bakmıştı. O sırada ikinci kurşunun sesi geldi. Annem babamın yanına yatmıştı. Gözlerimden yaşlar daha hızlı akmaya başladı ama ben donup kalmıştım. Hareket edemiyordum. O sırada bana bakıp benim olduğum yere doğru yürümeye başlamıştı. Neyse ki tam o sırada polisler gelmişti.

Polislerin kollarında çırpınarak:

"O kız benim! Benim olacak!" diye bağırıyordu. Kendime tekrar geldiğimde aşağı doğru koşmaya başladım. Nefes alamadığımı hissediyordum. Komşulardan biri beni anne ve babamın yanından aldı hemen. Üstüm başım kan içindeydi. Bana battaniye vermişlerdi. Bazı sorular soruyorlardı ama anlamıyordum. Uğultulu geliyordu sesleri. Ellerime baktım:

"Katilim b-ben, annem ve babam b-benim yüzümden öldü." dememle bayılmıştım. Gözümü açtığım zaman hastanedeydim. Yanımda anneannem vardı. Ağlamaktan gözleri şişmiş, kıpkırmızı olmuştu. Uyandığımı görünce:

"Şükürler olsun, iyisin." deyip bana sarıldı. Ama ben bir şey hissetmiyordum. Ne fiziksel ne de duygusal olarak. Kafamda kendimi suçluyordum.

İki gündür baygınmışım. Hiçbir şey yemiyordum. Sadece serumla besliyorlardı. Birkaç hafta böyle devam ettikten sonra daha yeni yeni aklım yerine gelmeye başlamıştı. O an fark etmiştim anneannemin ne kadar üzgün ve yorgun olduğunu. Onu biraz neşelendirmek istemiştim. O yüzden haftalar sonra ilk defa ağzıma bir şey sokmuştum. Mutluluğu gözlerinden okunuyordu. Onu mutlu görmek beni de mutlu etmişti. O an beni sadece mutlu edecek şeyin diğerlerini mutlu etmek olduğunu fark etmiştim. O zamandan beridir hiç kendi mutluluğumu düşünmez hep diğerlerini nasıl mutlu ederim diye düşünürdüm. Ne kadar saçmaydı.

Bir hafta sonra hastaneden çıktıktan sonra neredeyse her gün yanımda olan Maral ve Nefes'ten eve gidip eşyalarımı alabilirler mi diye sordum. Onlar da beni kırmayıp eşyalarımı anneannemin evine getirdiler. Bu süre zarfında annem ve babamı unutmaya çalışıyordum zamanımı sürekli arkadaşlarımla geçirerek. Bu yüzden Nefes, Maral ve Rüzgar benim ailemdi.

20 yaşında anneannemi kaybettikten sonra tekrar bir boşluğa düşmüştüm. Etrafımda insanlar olduğunda onun ölümüne ağlamıyordum çünkü biliyordum ki beni mutsuz görmek onu çok üzecekti. Ama dayanamıyordum. Odamda tekken ağlıyordum sadece, sanki beni orda göremiyormuş gibi.

Bana bir mektup bırakmıştı. İçinde beni ne kadar sevdiği, hayatımı nasıl yaşamamı istediği ve daha bir sürü şey ama benim için en önemlisi anne ve babamın neden öldürüldüğü yazıyordu.

"...O adam olacak herif aslında seni istiyordu. Babandan birçok kez seni istedi, baban vermedi. Baban buna her seferinde müsade etmeyince o gece babana 'Önce sizi öldüreceğim, sonra da kızınızı' diye yazmış. Sen tabi bunu bilmediğin için o anda bu durumlar gerçekleşti. Eğer neden bunu şimdi söylediğimi sorarsan, kendini suçlama diyeydi. Ama nafile sen yine de kendini suçladın gereksiz yere. Burada suçlu asla sen değilsin sen bir şey yapmadın. Tüm suç o şerefsizin. Lütfen kendini suçlayıp üzme kendini, benim için..."

Nasıl hissedeceğimi bilmiyordum bu satırları okurken. Tek istediğim sarılacak biriydi. Ama sarılmasına ihtiyaç duyduğum kişiler burada değildi. Ta ki onunla karşılaşana kadar.

-Flashback biter-

Faris Hoca cevap alamayınca daha çok endişelenmişti. Bana sarılıp başımı okşarken:

"Merve, lütfen cevap ver. Endişelenmeye başlıyorum, lütfen." dedi. Bunu dedikten sonra kendime gelip geri çekildim. Kendime sabah verdiğim sözü hatırladım. Ayağa kalkıp olduğumuz yerden koşarak uzaklaştım.

Okulda neredeyse kimse yoktu. Eve doğru giderken arkamdan koşarak Faris Hoca geldi.

"Seni bu halde bırakamam. Evine ben götüreceğim." dedi endişeli bir şekilde. O anda kendimi çok iyi hissetmediğim için, istemesem de, kabul ettim.

imkansızHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin