*Evgeny Grinko - Field*
Saatlerce içmişliğim, günlerce kaybolmuşluğum vardı da kimse son vedasıyla gelmedi mezarlığıma. Yaşarken ölmek dedikleri şey bu muydu, yoksa ölümle yaşadığını anlamak mı bu içine dâhi sığmayan boşluğa boyun eğecek kadar yitirildiğini kabullenmek... Artık hiç yürümediğim o yollardan geçiyorum, birkaç dakikanın ötesinde bakışamadığım o gözlerimi izliyorum, evdeki sessizliğe alışıyorum, insanların arasında karışan benliğimi aramıyorum, ağlamıyorum, kaçmıyorum, hiçbir şey yapmadan sadece kendimi kaybediyorum.
İlerlediğim kaldırımlar tanıdık gibi gelse de ilk kez ayak izlerimi bıraktığım gölgelerine yağmurun hissi dökülmüştü. Ben yürüdükçe arkamdan beni takip eden geçmişin kalıntıları birer birer silindi fakat durmadım. Elimdeki poşetleri daha sıkı kavradım, dudaklarımın ucunda sarkmakta olan sigaram ise yağmurun etkisiyle söneli çok olmuştu. Binanın önüne geldiğimde sigarayı alelacele elime alıp köşeye fırlattım ve binanın aralıklı duran giriş kapısını iterek içeriye girdim. Girmemle, boğuk gökyüzünün ala karanlığına bürünen lobisi sensörlü lambasıyla aniden aydınlandı. Basamakları çıkmaya başladım. Sanki ben her o basamakları tırmandığımda, bir o kadar da geriye doğru adımlıyor gibiydim. İlerleyemediğimi düşündüm. Ruhum, bu basamakların eşiğinde bedenimden sökülüp alınacak ve ben bomboş kalan bedenimle olduğum yere yığılacaktım. İçimi büyük bir korku kasıp kavuruyordu ancak ikinci kata ulaştığımda gözlerime çöken ciddiyet çoğaldı, çünkü garip bir hisle de olsa o kapıyla bakışırken yıllardır bu âna hazırmış gibi hissettim.
Bir elime poşetleri toplayarak boşta kalan elimle zile bastım ve beklemeye başladım. O kısacık zamanda dâhi aklımda milyonlarca olasılık dönmüştü. Kapı açılıyor, birbirimizle karşılaşıyoruz ama bundan daha ilerisi olmuyor. Sadece bir yabancının gözlerine bakıyor. Öylece... Yıllar önce ölmüşüm gibi. Diğer bir olasılıkta da kapıyı açıyor, beni tanıyor ama yokluğuma alıştığı için hiçbir şey hissedemiyor. Bir anlığına... Katilim olmuş gibi.
Kapı açıldığında dalgın gözlerle izlediğim kapının çelik yüzeyinden gözlerimi kaldırdım ve hemen ardında beliren o kadının kahverengi irislerine baktım. Kısa bir süre beni süzdü, tanıyamadığı artık kesindi. Saçları omzunun biraz aşağısında kumral tonlarında, yüzü uzun ve cildi buğday tenliydi. Yaşının elliye dayandığını belli eden yüzündeki çizgilerine rağmen oldukça güzel ve bakımlı görünüyordu. Günler sonra aramızdaki mesafe bu denli azalınca nasıl bir tepki vereceğimi bilemedim. Sessizliğim üzerine gözlerinde ufak bir merak belirse de tebessümünü dudaklarına kondurarak konuşmuştu benimle: "Kime bakmıştınız?"
"Meral..." boğazımı temizlerken birkaç saniyeliğine duraksadım. Onunla konuşmak hayal ettiğimden de zordu. "Meral Yakut sizsiniz, değil mi?"
Gözleri kısıldı: "Evet?"
"Ben, Ogün Enes."
İsmimi söylememle yüzümdeki tüm ifadeyi yitirdi. Öyle ki şaşkınlıkla gözlerime bakmadan önce sendelercesine geriye doğru adımlamıştı. Beni baştan aşağıya süzdü. Onun adım adım üzerimde dolanan bakışlarının altında böylesine ezileceğimi bilseydim eğer, kapıyı çalmak için kendime biraz daha zaman tanırdım.
"Ogün?.." diye fısıldadı şaşkınlıkla. Aniden dolmaya başlayan gözlerini ağır ağır gözlerime kadar çıkardı. "Ogün, kocaman olmuşsun!" Sarılmak ister gibi üzerime doğru gelince geriye çekildim. Aramıza çektiğim sınıra durmak zorunda kalmıştı. Artık daha farklı bir şaşkınlıkla bakıyordu gözlerime.
"Lütfen Meral Hanım..." fısıltıyla çıkan sesimi güçlendirmeye çalıştım. Onun karşısında bu denli güçsüz hissetmek adil değildi. "Ben sadece kardeşimi görmeye geldim."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
12 GECE | OGÜN ENES
Romance🌙 WATTYS 2018 | KALP KIRANLAR KAZANANI 🌙 12 GECE | OGÜN ENES O, umursamaz adamdı. Korkmazdı. Üzülmezdi. Kırılmazdı... O, geçmişini tozlu raflara kaldırmış bir yazardı. Körelen kurşun kaleminden sızdı kan damlaları. Aşkına bir ömür, geceye bin ahv...