Bölüm Müziği: Oktay Vurkun - Yolunu Kaybetmiş Gidiyorsun
Ruhuma kastettim ben dün gece. Sızılarıma gömüldü hissizliği. Acılarım dindi. Her şey duruldu. Zamanın yükünü taşıyan o kadranlar yorgun bir şekilde düştü yeryüzüne. Göğe adadım kendimi. Bulutlara. İçindekilere... Sevgi ve nefreti sorguladım saatlerce. Hangisinde kaybettim ben kendimi de bulamıyorum yine. Korkuyorum. Kaçıyorum. Kayboluyorum. Konuşuyorum toprak ve onun ilerisiyle. Bazen ağlıyorum onun hemen altında çürüyen o kemiklerin sahibine. Yalnızlığımı hissediyorum. Ben de gömülüyorum oraya. Ama nafile... Duyan yok sesimi. Gören yok beni. Hisseden kalmadı içimdeki kor yangını. Saatler sonra ölü kentin içinden geçiyorum virane halimle. Duvarlarına sürünüyor kendi karanlığım. Onlara selam çakıyorum bir de. Gölgemin varlığına bile muhtaç kaldığımı kabulleniyorum böylelikle...
Sokak lambalarının sarı ışığı ilerlediğim taştan yapılma yola dökülmüştü. Birkaç dakika boş gözlerle ilerlediğim o yolu izlesem de gözlerimi kaldırıp karşımdaki şeyle bakışınca; önce ilerleyen adımlarım kendiliğinden durdu, zamanla da buruk bir gülümsemeyle Galata Kulesi'ni izlemeye başladım.
Avucumun içinde usulca kaykılan parmaklarının hissine cildim ufaktan gıdıklanırken, gülümseyerek ona bakmıştım. Kafamı çevirmemle Mısra'yla göz göze gelmiştik. Boyu benden kısa olduğu için çenesini omzuma yaslayıp başını hafifçe kaldırmak zorunda kalmıştı. Gün batalı çok olmuştu. Artık evlerimize dönmemiz gerekiyordu ama biz hâlâ ısrarla insanların seyrelmesini bekliyorduk. İnsanlara karşı hep utangaç olmuştu bacaksız. İlk başlarda bana da öyleydi. Kaçardı benden. Ben üstüne giderdim, onu yatıştırmaya çalışırdım. Gülümsemeleri bile yarım ölçekli olurdu. Belli bir yerden sonra dudaklarının ucuna konardı kırgınlığı. İçim burkulurdu da ses etmezdim. Bir de ben yaşardım dilsizliğimle Mısra Karataş'ı. Kimse bilmezdi berbat ilişkimizdeki en muazzam anlaşma yöntemimizin bu olduğunu. Onun sessizliğiyle bütünleşirdim bazen. Saçlarını okşadığım için çok geçmeden kollarımın arasında uykuya dalan bacaksızın ve geceleri sessizce odasına girip yanındaki boşluğa oturduğum babamın nefeslerini dinleyecek kadar onlara muhtaç olduğumu kimse bilmezdi. Şimdi ise ikisinin de yokluğunu yaşıyordum. Avuçlarımız terleyene kadar elini tuttuğum o kız artık yoktu. Kafamı çevirip yanıma baktığım o yatakta hiç kimse yoktu.
"Hadi bacaksız, gidelim."
Birbirine kenetlenen ellerimizin sıkılığını arttırırken Mısra kocaman gülümsemişti. Birkaç kişinin daha çıktığı Galata Kulesi'nin son misafirleri olarak adım atmıştık içeriye. Asansöre bindik. 7. kata geldiğimizde de son iki katın merdivenlerini tırmanmaya başlamıştık. İçimizde anlam veremediğim bir heyecan vardı. Mısra ona anlatacaklarımı merak ediyor, bense gerçekleşeceğine inandığım o şeye gülmeden edemiyordum.
Kulenin tepesine ulaşmayı başardığımızda ani bir esintinin gazabına uğramıştık. Bir anda cildimize toslayan soğuğa bacaksızın ürperdiğini hissedebilmiştim. Bir kolumla ona sarıldım. İtiraz etmedi. Hatta o da bana doğru sokulmuştu. İlk başta hemen altımızda kalan o binaların çatılarıyla bakışmıştık. Gece olduğu için sokağın ruhuna mesken tutan o sarı ışıkları izlemiştik. Daha doğrusu ben izlemiştim, çünkü tepkisiz kaldığını fark ettiğim bacaksıza baktığımda onun durgun gözlerle karşımızda kalan İstanbul Boğazı'nı izlediğini görmüştüm. Kaşlarım istemsizce çatıldı ve ben de kafamı kaldırıp karşımızdaki İstanbul Boğazı'na bakındım. Boğazın ışıkları denizin artık karanlık olan yüzeyine dökülüyor ve garip şekillerin varlığıyla yansıyordu. Onu bu kadar durgunlaştıran şey her neydi bilmiyorum ama bu içimdeki heyecanın sönmesine sebep olmuştu. Oysa onu burada mutlu edeceğime inanmıştım. Daha konuşmaya başlamadan tükendim. Belki de geri dönmeliydik. Sessizce o basamakları inip çıkmalıydık bu kuleden. Hikâyesi hep içimde kalmalıydı. Yalvarırcasına dilediğim şu dileğin gerçekleşmesi için Tanrı'ya bir kez daha dua etmeliydim.
Eğildiğimiz için dirseğimi yasladığım o balkon demirliğinde Mısra'nın yine elimi tutan eline kaymıştı gözlerim. Gözlerimi çevirip ona baktığımda gülümsemeye çalıştığını görebilmiştim. Boşta kalan elini önce kulağına götürdü, ardından beni işaret etti.
Seni dinliyorum...
Birkaç saniye kadar sadece onun gözlerini izledim. Bir tepki verememiştim. Daha sonra kafamı sağa sola sallayarak, "Gidelim bacaksız, geç oldu," dedim ona.
Geriye doğru çekileceğim sırada elimi tutan koluma sarılmıştı diğer eliyle. Beni durdurdu. İstemsizce çatılan kaşlarımla ona baktığımda onun da çatık kaşlarıyla karşılaşmıştım. Yine kulağına götürdü elini ve bu sefer daha sert denilecek bir tabirle beni işaret etti parmağı.
Derin bir iç çekerken kısa bir süreliğine de olsa öylece etrafıma bakınmıştım. Canını sıkan bir şey vardı ve onu burada tutmak istemiyordum. Benim hislerimi düşünmesinden nefret ediyordum. Onun hâlâ tam olarak öğrenemediğim bir geçmişi vardı. Yaralarını kapatamıyordum. Ne yaparsam yapayım bir şekilde gün yüzüne çıkıyordu. Yeniden kanıyordu da bize belli etmiyordu bacaksız. Sessizliğinden faydalanıyordu. Bahanesi kuvvetliydi.
Elimi kaldırıp denizin ortasındaki Kız Kulesi'ni işaret ettim ona. "Galata'nın Kız Kulesi'ni biliyor musun bacaksız?"
Kafamı çevirip ona baktığımda başını sağa sola sallamıştı. Gülümsedim hafifçe. "Bugün onların efsanevi aşkını anlatmak için getirdim seni buraya. İstanbul Boğazı'na güzeller güzeli bir kız konmuş. Oranın prensesiymiş. Herkes ona hayranlıkla bakarmış ama ona yaklaşmaya da cesaret edemezlermiş. Belki de bu yüzden yalnız kaldı o Kız Kulesi. Bununla hüzünlenmiş İstanbul Boğazı'nın prensesi. Umudunu kaybetmeye başlamış. İşte o zaman tüm ihtişamıyla Galata Kulesi yükselmiş onun karşısında. Göz göze gelmiş o iki kule," derken tam gözlerimin içine bakıyor olması birkaç saniyeliğine susmama sebep olmuştu. Kaybettiğim o tebessümü yeniden kondurdum yüzüme. "Tabii çok fazla yakışıklı ve zengin değilmiş ama Kız Kulesi'nin gözünde de hep çok başkaymış."
Mısra'nın da gülümsemesi genişlerken benim gibi gözlerinin dolduğunu fark edebilmiştim. Yine de efsaneyi anlatmaya devam ettim: "Ne yazık ki hiç birbirlerine ulaşamamış bu iki kule. Yıllar geçmiş üzerinden, Galata Kulesi ölmüş Kız Kulesi'ne olan aşkından. Bir gün Hezarfen Ahmet Çelebi çıkmış Galata Kulesi'nin tepesine. Almış Kız Kulesi'ne yazdığı o mektubu, götürmüş İstanbul Boğazı'nın prensesine. Orada öğrenmiş Kız Kulesi aşkının karşılıksız olmadığını..." Mısra'nın diğer elini de tutup avuçlarımda ısıtmaya başladığımda tam gözlerinin içine bakmıştım. "Belki onlar hiç aralarındaki şu mesafeyi aşamadı ama hâlâ birbirlerine tutkun iki âşıklar. Yıllar geçse de üstünden, tabiat taştan örülen bu iki yapıyı söküp alsa da yeryüzünden; yine de geçmez onların kalbindeki şu sancı. Bunun farkında insanoğlu... Bu yüzden diyorlar ki; Galata Kulesi'nin tepesine kiminle çıkarsan onunla evlenirmişsin, bacaksız."
Mısra son söylediğim söze şaşkınlıkla baktı kısa bir süre. Ardından o şaşkınlığın içine sürünmüştü gülümsemesi. Gözpınarlarına tutunamayan birkaç damlayı yitirdi cildinde. Ben de öyle... Parmak uçlarına kadar yükselip dudaklarıma kendi dudaklarını bastırmıştı. Kaldık öyle. Bu ânın içinde. Galata Kulesi, Kız Kulesi'ne hayran hayran bakarken; zamanla geriye çekilen Mısra'nın gözlerinde buldum onları. Pek bir farkımız yoktu onlardan. Birisi İstanbul Boğazı'na kırılmış bir prensesti. Diğeri ise etrafına çevrilmiş o kalabalığın içindeki yalnız bir kuleydi. Sadece bakışmaları bile yeterdi birbirlerini anlamaya. Ona tutulmaya. Onu böylesine güzel yaşamaya...
Sarsak adımlarımla Galata Kulesi'ne doğru ilerledim. Saat kaçtı bilmiyorum ama artık kimse yoktu sokakta. Sadece ben ve gölgem vardı...
Bir avucumun içini bastırdım duvarın soğuk yüzeyine. Gözlerimi yumdum yorgun bir hisle. Zamanla başımı da yaslamıştım ona. Öyle kaldım, dakikalarca... Acılarını hissettim. İçine döktüğü gözyaşlarını, koca sevdasına sığmayan o aşkı, yalnızlığını, her şeyini hissettim o an. Fısıldadım boğuk bir sesle: "Bir hayalim vardı, Galata. Tek bir dileğim. Bırak, özgür kalsın. Bu onun mutluluğuna değer."
Çekip gittim onun yanından. Avucumu bastırdığım o taştan duvarda hâlâ kendi sıcaklığım varken geçtim sokak aralarından. Koştum. Kaçtım Kız Kulesi'nden. Nefret ettiğimden değil, onun da Galata'ya ağladığını görmek istemediğimden.
ayten okay
ŞİMDİ OKUDUĞUN
12 GECE | OGÜN ENES
Romance🌙 WATTYS 2018 | KALP KIRANLAR KAZANANI 🌙 12 GECE | OGÜN ENES O, umursamaz adamdı. Korkmazdı. Üzülmezdi. Kırılmazdı... O, geçmişini tozlu raflara kaldırmış bir yazardı. Körelen kurşun kaleminden sızdı kan damlaları. Aşkına bir ömür, geceye bin ahv...