BÖLÜM 22: İNTİKAM ÇANLARI

1.6K 80 73
                                    

*Aukai - Become*

Acıyla yoğrulmuş bir ruh yeniden yaşar mıydı içindeki umudu? Son arta kalan anılarının girdabında boğulmuş bedeni savurarak cesedini karaya atmaktan başka ne şansı vardı ki düştüğü derin çukurlarda hayata dönebilmenin... Bu his, sadece boğazıma saplanan ölümün kamçısı değildi. Omuzlarım çökük, zihnim dünyaya kapalı; arıyorum geçmişte kaybolanları. Bulamayacağımı anladığımda biliyorum dişlerimi, yırtıp atıyorum tüm insanlığımı. Söylenecek çok söz varken konuşamıyorum hüznümden. Ağlasam kâfi. Bedenimi dahi terk edemeyen ruhumda kana susamışlığı yaşıyorum. Saat kaçtı? Tam olarak neredeydim? Şu anda nasıl hissediyorum veya ne yapıyorum?

Hepsi önemsiz birkaç soru yığını.

Artık bana kendimden başka kimse yardım edemezdi.

Zamanın yorgun kadranları, gözlerime çakılan saat dilimini kazırcasına geçmişe döndü. Çöktüğüm hastane duvarının beyazlığı yanıp sönen lambaların etkisiyle yitirildi. Uzaklardan bir yerden gelen insanların uğultusu uçuruma ayan olan kulaklarımda yankılanarak kayboldu. Boşluğa mı hapsoluyordum yoksa boşluğun kendisi mi oluyordum ayırt edemedim. Yüzümde kurumak bilmeyen gözyaşlarımı koluma sildim ve etrafıma bakındım. Gözlerimdeki buğuyu geçirmekte zorlanıyordum. Bu dipsiz uğultu sağırlıktan da öteydi, sanki çığlıklarımı bastırmak uğruna ses telleri yontulmuş bir evrendeydim. Daha önce dünyanın gürültüsünü hiç bu kadar zihnimde hissedememiştim. Babamın öldüğünü fark ettiğim saniyelerde itildiğim, hatta çürümeye yüz tuttuğum soğukluğu arıyordum şimdi. Bir baygınlık geçiriyor olmalıydım. Peki ya ölüm bu boşlukla beni ele geçiriyorsa? O halde yarım kalan işimi nasıl tamamlayabilirdim?

Ogün, hatırla...

Hatırla benliğini.

Yaşadığını unutma.

Bir şey omzuma kuvvetle çarptı. Bu baskıdan sonra irkilerek gözlerimi açtım. Zihnime akın eden karanlık giderek dağılıyordu. İçeriyi aydınlatan loş ışık televizyondan gelmekteydi. Filmdeki sahneler değiştikçe karanlıkla verdiği savaşın durumu da ona göre şekilleniyordu. Hızla etrafa göz gezdirdim. Bebek mavisi rengindeki koltuklar, ortada duran küçük yer sehpası, üzerindeki atıştırmalıklar ve ikişer tane içtiğimizi belli eden boş soda şişeleri bir anıyı gözlerime tekrardan resmediyordu.

Yanımda varlığını hissettiğim o şeyle duraksadım. Başımı çevirip ona bakmaya korkuyordum çünkü hangi anının içinde olduğumuzu ve neler yapacağımı biliyordum. Bir an nefes alamadım, onu paramparça edeceğimden bihaber konuya dalış yaptığımı hatırladım. Konuşamadığı için bilmem kaçıncı kez ona bulduğum doktoru söyleyecektim. Ansızın gülümseyen suratının düştüğünü fark etmeyecektim. Kelimeleri nasıl kullanabileceğini öğretmeye çalıştığımda durgun gözlerle karşısındaki boşluğu izlediğini ve bu sohbetin bitmesini beklediğini hiçbir zaman anlamayacaktım. Öyle ki bir hafta sonra benden ayrıldığında dahi kırgınlıklarına rağmen benim yanımda durduğunu asla bilemeyecektim.

Başımı ağır ağır çevirdim ve yanımda oturan Mısra'ya baktım. Öylece beni bekliyordu, söyleyeceklerimi çoktan biliyordu. Bakışlarımı karnını tutan ellerine düşürdüğümde parmak aralarından süzülen kan damlalarını gördüm.

Biz bu anıyı son kez yaşıyor olacaktık.

"Mısra..." dememle gözyaşlarımın yüzümden süzülmesi bir oldu. Mimiklerim durgun olsa da gözyaşlarıma tutunamıyordum. "...özür dilerim."

Mısra bir tepki vermedi, sadece beni dinledi. Her zamanki gibi ben konuştum ve o beni dinlemekle yetindi.

"İnan bana, sadece çocuk olmayı çok istedim. Normal bir hayatımızın olmasını, babama baktığımda hissettiğim tek duygunun acı olmamasını... Ama ben çok erken büyüdüm, bacaksız. Bu yüzden hırçınlığım, bu kadar yarım kalmışlığım, kendimi sevememezliğim... Sürekli hayal kurardım, değişmemeli dediğim kurallarım vardı. Hepsini yıkmayı başardılar, Mısra. Altında can versem de söyleyemezdim öldüğümü, ben yeniden doğmak zorundaydım. Bazen nefret ettim babamdan, bazen de senden. O kadar zincirlere vurdunuz ki beni, çekip gidemedim bu şehirden. Oysa ben kaç kez planını kurdum buradan kaçmanın. Al dedim sırt çantanı, at omzuna umutlarını; siktir olup git bu şehirden! Dönme! Arkana dahi bakma! Kaç kurtul kendinden! Her gece düşündüm bunları, uyku girmek bilmedi gözlerime; hep siz ağır bastınız. Gün doğuyordu yeni bir Ogün Enes çıkıyordu karşınıza. Her gece mezarlıktan farksız yatağında nasıl öleceğini düşünen Ogün'den çok uzaktınız ama bunu size hiçbir zaman dile getiremedim."

12 GECE | OGÜN ENESHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin