BÖLÜM 20: UÇURUMU YAŞAR GÖZLERİN

388 26 71
                                    

On iki gecemizin son bulduğu ve benim neredeyse Caner'in kapısına dayanırken Mısra tarafından durdurulduğum günü geride bırakalı tam üç ay olmuştu. Mısra güçlükle de olsa artık konuşabiliyordu fakat annesiyle aralarındaki buzları eritemediğinden sessizliği fazlasıyla derindi. Babamın kaybını verdiğimden beri iyice koptuğum evde yaşayamadığımı fark eden Tekin Abi'nin zorlamalarıyla küçük bir apartmanın ikinci katına taşınmıştım. Mısra da birkaç günlüğüne gelip yanımda kalmaya başladıkça evdeki bağlarını giderek yitiriyordu. Sırt çantasında ve elinde taşıdığı poşetlerle benim giysi dolabıma çoktan yerleşmiş, bize ait bir şeyler alarak eve tamamen kurulmuş, hatta eve döndüğümde anahtarla kapıyı açmaya uğraştırmayacak kadar hızlı davranıp beni kapılarda karşılamaya dahi başlamıştı. Etrafımızda garip bir mutluluk hâkimdi çünkü son bir aydır ciddi ciddi bir arada yaşıyorduk. Gülseren Hanım'ın kapıya dayanıp Mısra'yı zorla götüreceğini düşünsem de Tekin Abi'yle karşılıklı binalarda oturduğumuz için sanırım pek sorun etmiyordu. Aslında Mısra yanımdayken onu mesajlara boğarak bilgi almaya çalıştığı çok anını yakalamıştım, oysa Mısra'nın telefon numarasını sildiğinden bihaberdi.

Annesine olan kızgınlığını anlıyordum. Babasından başka birisini yanına yakıştıramıyordu ancak Gökhan Karataş öleli yıllar olmuştu. Gülseren Hanım yalnızlık içinde bir başına savaş verirken, bir yandan da konuşamayan kızıyla aynı evde geçmişi günbegün yaşayabiliyordu. Mısra'dan bildiğim kadarıyla Gökhan ve Gülseren birbirlerini çok sevmelerine rağmen düşman köy ilan edildikleri için ve hasattan tut birçok olayda birbirleriyle yarış halinde oldukları için en son İstanbul'a kaçarak evlenmişlerdi. Hâlâ kaldığımız mahallenin birçok mimarı yapısından anlaşılacağı üzere pek fazla birikmişlikleri de yoktu. Kaçtıklarından dolayı Tekin Abi'yle bir süre araları bozuk olsa da İstanbul'daki başarısız evliliğinden sonra kardeşini anlamaya başlamıştı. Şimdiyse Tekin Abi pamuk gibi kalbiyle bizi karşılıyor, gün gün neler yaptığımızı veya nasıl olduğumuzu sormadan da gözden kaybolmuyordu. Evdeki bazı eşyaları tamamlamamda yardımcı oldu. Kullanmadığı eski mobilyaları ve mini buzdolabını bana vermişti. Mısra buzdolabının içine eşya sığdıramadığından yakınsa da diğerlerini satın almakta ve ödemekte zorlandığımı ona belli etmemeye çalışıyordum. Her şeyi aynı anda yapmak çok güçtü, bu yüzden almam gerekenlerin listesi haliyle kabarıktı.

Yatak odasından çıkıp salona doğru ilerlemeye başladığımda, evin tasarımı Amerikan mutfak olduğundan Mısra'nın pişirdiği kurabiyelerin kokusu hole kadar yayılmıştı. Salonda duraksamadan mutfağa geçtim ve kapının açıklığından Mısra'ya baktım. Fırından çıkardığı tepsideki kurabiyeleri dikkatle inceliyordu. Öyle ki elindeki fırın eldivenini çıkarırken varlığımı dahi hissedememişti.

"Bizi sadece kurabiyeyle mi doyuracaksın yoksa yine yemeği ben mi yapmak zorundayım?"

Mısra omzunun üzerinden bana baktı: "Sen yapsan?"

"Ah, Mısra!"

Sitemime gülerken yanıma geldi ve sıkıca belime sarılarak çenesini göğsümün üzerine dayadı. Gözlerimi indirip, bana alttan alttan sırıtan yüzüne baktım. "Bize tavuk sote yaptım!"

"Tebrikler, günün kahramanısınız(!)"

"Ta-vuk. So-te!" Ardından geriye çekildi, ellerini kendini alkışlayan bir şekilde de birbirine vuruyordu. "Kelimeleri daha iyi söylüyorum, fark ettin mi? Hadi beni öv!"

"Şampuan dersen öveceğim."

"Şampiyon."

"Aferin, kaldın."

Yanından sıyrılarak geçerken Mısra sitemle koluma vurdu. Verdiği hasara aldırış etmeden üst rafın kapağını kaldırıp içinden tabakları çıkardım.

12 GECE | OGÜN ENESHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin