BÖLÜM 4: GECE GÜNEŞİ

2.9K 225 27
                                    

"Birkaç metre ileride artık boğuşmaktan mağlup düşmüş ruhumun gölgesine rastlayabilirsin..."

"Birkaç metre ileride seni tutan ben olacağım."

Buruk bir şekilde gülümsedim. Ardından defterin bir sayfasını daha çevirip buğulu gözlerimle diğer sayfaya yazdığımız yazılara baktım.

"Direnemiyorum. Sen tutsan da düşecek gibiyim, Ogün Enes..."

"O halde birlikte gökyüzünün derinliklerine inelim, Mısra Karataş."

"Ben bulutların arasında yüzmeyi bilmiyorum, kulaksız..."

"Sen dert etme, bacaksız. Ben sana onu da öğretirim..."

Gülümsemem genişledi. Fakat o zaman gözpınarlarıma zar zor tutunan gözyaşlarım cildimde süzülmüştü. Defterlerimin arka veya orta sayfalarında düzensiz yazılmış notlar doluydu. Sınav zamanlarımda bizim ekiple kütüphaneye gidip ders çalışırken, Ogün her işi bittiğinde benim yanıma gelirdi. Kütüphanede o da konuşamadığı için birbirimize bir şeyler yazmak zorunda kalırdık. Hatırlıyorum da, o bana bir şeyler yazarken hep kaşlarını istemsizce çatardı. Ben de uzanıp onu şakağından öperdim. Aniden gözlerini kaldırıp bana baktığı şaşkınlığına gülmemek elde değildi. Sahi, ne güzeldi onunla göz göze gelecek kadar yakın olmak...

Elimdeki defteri komodinin çekmecesine koyup yatağıma uzandım. O zaman telefonu da elime alarak Ogün'e mesaj atmıştım.

Biraz maziyi kurcaladım.

Onları rahat bırak.

Ama bu garip hissi ömrümde daha kaç kez yaşayabilirim ki?

Yaşayamıyorsun.

Denedin mi hiç?

Denemedim.

Buna değmez mi peki?

Sanmıyorum.

Ogün Enes.

Söyle, bacaksız...

Bana bulutların arasında yüzmeyi öğretmedin.

Bir esrarkeş nidası mı belirdi acaba?

😊

Hatırladığını biliyorum.

Unutmadım.

Benimle bu yolculuğu yapmak istemez misin?

Bilmiyorum.

Ogün.

?

Benden rahatsız oluyor gibisin.

Evet, bu halini sevemedim.

Mesela?

Bu gibi...

Anlayamıyorum, biraz açık olur musun?

Mısra Karataş.

Söyle, kulaksız...

Sen terk edildiğin topraklarda her sabah solan güneşlerini izlemek ister misin?

Bilmiyorum.

Bırak o zaman bir süre belirsiz kalsın, bacaksız.

Ogün Enes.

Söyle, bacaksız...

Vazgeçtim, bana başka bir şeyleri öğretme.

Bana yine seni öğret.

Biraz zor.

Neden?

Çünkü saatlerce konuşacak gibi hissettiğin bir kişiye dönüp baktığında anlatacaklarının silindiğini fark etmek, bulunduğun yerde daha çok kaybolduğunu kanıtlıyor.

Yazamadım. Hıçkırıklarım beni böylesine sarsarken ona başka bir şey yazamadım. Haklıydı. Onu terk etmiştim. Şimdi ise sanki onu hiç yalnız bırakmamış gibi ona yeniden sarılmak istiyordum.

Ogün Enes.

Hâlâ buradayım.

Bana hep yıldızların aslında bir güneş olduğunu söylerdin.

Senin solmuş güneşlerini gecelerde aydınlatacağım.

Gece Güneşi...

Gece Güneşi...

Bugünden sonra 11 gecen kalıyor.

11 defa doğacağım.

Sonra söneceksin.

Sonra yeniden doğacağım, bambaşka bir güneş olarak...

Mısra...

Efendim?

Bambaşka olmanı istemiyorum.

Benim tanıdığım bacaksız ol, o bana yeter.

Ve birden Gece Güneş'i de söndü. Yıldızların düşüşünü bile göremez olmuştuk. Herkes ve her şey kendi karanlığına gömüldü. Tıpkı umursamaz adamın Ogün Enes'i öldürmesi gibi... Kimse bilmezdi. Kimse sorgulamazdı. Ne de olsa, zaman tam tersine dönmüştü. Bu sefer giden Ogün, geride kalan Mısra olacaktı.

Kulaksız, ilk defa gerçekten bacaksızını duymayacaktı...

ayten okay

12 GECE | OGÜN ENESHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin