Keyifli okumalar..
Zümra'yla valizimi toplamış, sohbet etmiştik. Şimdi ise; gitme zamanım gelmişti. "benim artık gitmem lazım." Dediğimde ikimizin de gözlerinde hüzün belirmişti. Çünkü; bundan sonra ne kız gecesi yapabilecektik ne de özgürce dizi izleyecektik. Dedemin evinde ben bile rahat olmayacağımı düşünürsek Zümra hiç olmazdı. Bu yüzden de eskisi gibi olamayacaktık bir süre galiba.
"Çıkalım artık. Çok da geç vakite kalmak istemiyorum." Dedim. Sonrasında ise; öne evden sonrada binada çıktık.
Kafamı kaldırıp önümüzde ki araca baktığımızı da tanıdık bir araba olduğunu anlamam kısa süremi aldı. Utku elinde ki telefonla oynuyordu arabanın içinde. Yaklaşıp arabanın camını tıklattım. Önce irkilse de sonra camı açtı.
"Ne yapıyorsun burada?"
"Seni dedene bırakmaya geldim." Demesine şaşırmıştım. Gelmesini çok isterdim ama dedem ne derdi? Utku dedemin karşısında sessiz kalabilir miydi?
Tereddütle; "emin misin?" Diye sormama düşünmeden "eminim." Cevabını verdi. Bir şey demeden kafamı salladım ama bir şey olmasından da korkuyorum.
Arkamda duran Zümra'ya sarılıp; "ben seni ararım." Dedim. Sonrasın da ise, arabaya bindim.
"Gidip, tanışalım bakalım." Demesine yutkunmuştum. İnşallah bir şey olmazdı. Olursa, kimin yanında olacaktım? Tabiki de utkunun!
Binaları, parkları ve alış veriş merkezlerinin önünden yavaş yavaş geçip en sonunda orman yoluna girmiştik.
Utkuya bir anlığına baktığımda ifadesiz yola bakıyordu. Emniyet kemerinin verdiği imkan sayesinde ona dönüp, onu izlemeye başladım.
Çok kısa bir sürede ne kadar çok şey yaşayıp, ne kadar çok şey atlatmıştık. Fakat, bir şekilde hiç kopmamıştık. Buna gerçekten de kader mi deniyor? Kader değilse, ne? Bence tam anlamıyla kader. Kader bizi bir araya getirmek için çabalıyor resmen.
Yoksa,kendinden ödün vermeyen biri neden ödün versin ki? Utku'nun hiç bir zaman benden vazgeçmemişti. Belki de bu yüzden bende onu affedebildim, hatalarını yok sayabildim.
"Beni izlemen bittiyse eğer inelim mi artık? Geldik." Utku'nun sırıtarak söylediği sözler beni dünyaya getirmişti.
"İnelim." Deyip, arabadan indim.
Evin kapısını çaldığım da meteyle geldiğimiz zaman da ki kadın açtı. Beni gördükten sonra aralıklı kapıyı tamamen açıp; "buyurun, efendim." Dedi. Samimiyetli ama mesafeli bir ses tonuyla.
Cidden çok gösterişli bir evdi. Avize, kapı kolları, merdiven başlıkları saf altından olduğu buradan belli oluyordu. Fakat, bu kadar gösterişe ne gerek var? Bu soruyu ikinci kez kendime soruyorum ve yine bir yanılt alabilmiş değilim.
Ablayı takip ettiğimiz de geçen gün girdiğimiz oda olduğunu anladım. Salon; duvarları siyah, duvarda dev bir televizyon, tavandan aşağı doğru sarkan altın sarısı avize, siyah ve gri renklerin de halı ve büyük bir l koltuk ve yine dedem aynı şekilde oturuyordu.
Dedem bizi fak edince; elinde ki dergiyi özenle ve dikkatlice koydu. Sonra yüzünü bana döndü ve yüzünde gülümseme oluştu. Fakat, bana hiç samimi gelmedi. Acaba ben mi çok ön yargılı yaklaşıyorum? Neyse, bunu sonra düşünürüm.
Dedem; "hoş geldin, güzel torunum. Bugün beklemiyordum seni. Geleceğini söyleseydin, şoförü yollardım." Dedi.
"Hoş buldum. Utku, getirmesi benim daha iyi oldu." Dememe, başını salladı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Benden içeri
Tiểu Thuyết ChungDissosiyatif bir adam.. Tek beden de 2 kişilik.. Adam; 2. kişiliği herkesten nazaran sadece bir şey istiyor. Ölüm.. Bu neden de kendisi bile istemediği hatalar yapıyor. Fakat, hata yapsa bile bunu bilinçli bir şeklide yapmıyor. Belkide bu ona daha a...