1

425 56 174
                                    

Kraliçe bana tüm sarayı tanıtıp sonunda beni bir eve getirdi.

"Sana kalacak yer ayarlayana kadar, Jimin'in yanında kalır mısın?"

"Rahatsız olur, yani, istemez belki."

"Sorun değil." Kadın gülümsedi, kapıyı açıp içeriye ittirdi beni. Girdiğimde kapıyı kapattı.

Sade bir evi vardı, beyaz tonlarının hakim olduğu evde çok eşya yoktu. Açıkçası ev hoşuma gitmişti, tertemiz ve huzur dolu bir evdi. Kendi evim aksine.

Ne yapacağımı bilemiyordum, emrivakilerden nefret ederdim ama kraliçe sorun olmadığını söylemişti, Jimin'in vereceği tepkiyi kestiremiyordum onu tanımadığım için. Kızsa, kovsa haklıydı.

Koltuğa oturmak için hareketlendim, adımımı attığımda ayağım yerden kaydı. Hafifçe yalpalayıp durdum, ayağımın altına baktım. Kan vardı.

"Hay sikeyim! Ölürken de ölmedin zaten, bela mısın lan başıma?"
Banyo olduğunu tahmin ettiğim yerden takır tukur sesler gelince oraya ilerledim. Beyaz kapıyı hafifçe araladığımda Jimin önündeki cesedi tekmeleyerek küvete sokmaya çalışıyordu. Beden yüksek bir ses çıkararak küvete düşünce doğruldu, kanlı elleriyle saçlarını geriye attı. "Seni yakıp kurtulmam lazımdı. Tutturdular göm diye. Bana ne inançlarından ya?" Ofladı.

Hafifçe öksürdüm beni fark etsin diye, bana döndü, elindeki bıçağı bana doğrulttu. "Sen kimsin ve evimde ne işin var?"

"Şey, Jungkook ben. Beni buraya sen getirdin."

"Ee?"

"Kraliçe burada kalabileceğimi söyledi."

"Eeee?" Bıçağını indirdi. "Git bul bir oda, niye banyomdasın?"

"Düştün sandım." Cesedi gösterdim. "O kim?"

"Sana ne?" Gözlerini kıstı. "Soru moru sorma bana.

"Peki. Yardım ister misin?"

Duraksadı, yüzündeki sinirli ifade yumuşamıştı. Bileğini uzattı. "Saçımı toplarsan yardım etmiş olursun."

Bileğindeki tokayı çıkarıp arkasına geçtim. Beyaz uzun saçlarını topladım, parmaklarımla tarayarak düzelttim. Tokayla bağlayıp önüne geçtim yine.

"Teşekkürler." Gömleğinin kollarını sıyırdı. "İstediğin odada kalabilirsin, soru sorma, gözüme de çok gözükme."

Başımla onayladım. "Yardım lazım olursa seslen yine." Çıktım banyodan. Bu cesedi, Jimin'in bir katil olup olmadığını ve genel olarak burasının ne olduğunu, neden herkesin bu kadar garip davrandığını merak etsem de, burada kimse beni umursamıyor gibiydi.
Bu yirmi küsur yıllık hayatımda istediğim tek şeydi. Kimse beni umursamadığı için beni bir şeyler yapmaya, şirket başına geçmeye ya da bir kadınla evlenip çocuk yapmaya zorlamayacaktı. Kimse 'erkek olmayı bile beceremedin; ileride annene, kız kardeşine, karına nasıl hizmet edeceksin?' diye sormayacaktı.
Yani en azından kraliçe sadece bahçedeki çiçeklere bakmamı istemişti. Kadınlara hizmet etmektense çiçekleri sulardım. Şikayetim yoktu bu konuda.

Kendime kalacak boş bir oda bulmak ümidiyle uzun koridordaki ilk kapıyı açtım.

Evin tamamı aksine daha karanlık bir odadaydım şu an, siyah kalın ve uzun perdeler kapalıydı, siyah dolap ve yatak örtüsü vardı. Bu siyahla tezat oluşturan fuşyaya boyalıydı duvarlar, yerde gri bir halı vardı. Odanın boş olup olmadığını anlamak için dolaba ilerleyip dolabı açtım. Dolabın içinde askılanmış bir sürü etek ve elbise vardı, yan tarafındaki raflarda tişörtler, gömlekler, pantolonlar ve askeri üniformalar vardı.

"Bula bula odamı mı buldun?" Jimin arkamdan uzanıp dolabını kapattı. "Dolu burası, görmüyor musun?"

"Pardon." Mırıldandım, kapıya ilerledim ama çıkamadım. Merak ediyordum, ona döndüm. "Etekler senin mi?"

"Her boku soracak mısın, işimiz var abicim seninle." Ofladı. "Cevabın evet veya hayır olması neyi değiştirir?"

"Hiçbir şeyi."

"Sorma o zaman." Kanlı tişörtünü çıkardı, ayağımın ucunda fırlattı.

Kıyafet almak için dolaba döndüğünde sırtındaki derin yarayı gördüm, dudağımı ısırdım, konuşmayıp çıkmam gerekirdi ama Jimin'e borçlu sayılırdım, yardım etmek istiyordum.
"Kızacaksın ama, yani, özür dilerim... Şey, sırtındaki yarayı sarman gerek." Sert bakışlarla bana döndüğünde ellerimi uzatıp iki yana salladım. "Kızma tamam, yardım edebilirim diyecektim, sana borçluyum zaten hani o bakımdan. Özür dilerim soru sormak yok tamam, odama gidiyorum ve asla ses çıkarmıyorum söz."

Güldü hafifçe. "Pansuman yapmayı biliyor musun?" Uzanıp üst raftan bir çanta aldı, bana attı. "Gel de yap. Ama evet, soru sormamaya devam et." Yatağa oturdu, yanına gidip arkasına oturdum. Yarım yamalak ilkyardım bilgimle yarayı temizlemeye başladım.

"Kraliçe ne dedi?"

"Ne konuda?"

"İş konusunda? Ne konuda olabilir?"

"Bahçeyle ilgilenmemi rica etti."

"Benim yanıma verince asker yapmamı ister diye düşünmüştüm."

"Benden asker olmaz ki." Kirli gazlı bezi koyup sargı bezine uzandım. 

"Niye olmuyormuş?"

"Sert biri değilim. Stratejik de düşünemem zaten."

"Askerler değil komutanlar stratejik düşünür, eğitim sırasında da sertleşirsin zaten. Ama istemiyorsan zorlamam tabi."

Bant yardımıyla sargı bezini sırtına yapıştırdım. "Neyle oldu bu yara? Çok derin görünüyor." Çöpleri elimle toplarken yine soru sorduğumu fark ettim, bunu yapmamamı söylemişti. "Pardon, ben seni yalnız bırakayım artık." Ayaklanıp odasından çıktım apar topar.

Elimdekileri çöpe atıp salona döndüğümde salonda karışık turuncu saçlı bir adam oturuyordu. Elindeki şapkaya bir şey dikiyordu ve bu sırada bilmediğim bir melodi mırıldanıyordu. 

"Merhaba." Gülümseyip ellerimi arkamda birleştirdim. "Bir şeye ihtiyacınız var mı?"

"Günün otuz saate çıkmasına ihtiyacım var, yapabilir misin?" Kafasını kaldırıp bana baktı kısık gözlerle.

Dudaklarımı büzdüm. "Maalesef. İçecek bir şey ister misiniz peki?"

"Yok, teşekkürler." Ayağa kalktı. Yanıma geldi. Elindeki şapkayı kafama koydu. "Yakıştı. Güle güle kullan."

"Şey, benim hiç param yok efendim. Şapka karşılığında verebilecek param yok. İsterseniz onu geri alın."

"Hiç mi bir şeyin yok?" Başını yana eğdi. "Emin misin yabancı?"

Başımı salladım.

"Sarılman da mı yok?" Kollarını iki yana açtı. "Ödemeni kucaklaşma olarak alabilirim.

"Öyle verebiliyorsak, tabi." Kollarımı açtım. O da gülümseyerek kollarını açtı, sarıldık. "Şapkacı derler bana. Seokjin adım. Ama sen şapkacı de."

"Ben de Jungkook. Bana istediğinizi diyebilirsiniz."

🎩 Harika ♯ Jungkook ✓Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin