Esrara Yolculuk

70 6 0
                                    

Gökçil'e yetiştiğinde kalenin kapısına gelmişlerdi, işte orada tahta surlarla örülmüş kader çizgileri belirmişti. Kapıdan çıktıkları an bir başlarına kalacak hayatta kalabilmek tamamen kendi ellerinde olacaktı, bu düşünce onlara her ne kadar ürkütücü geliyorduysa da heyecanlı bir tarafıda mevcuttu. Kapıya doğru hareket etmeye başladıkları esnada bir sesle irkildiler, "Heyy, durun bakalım ne yapıyorsunuz burada!" Ses kapıda nöbet tutan askerlerden birinden gelmişti, çok geçmeden sesiyle birlikte kendiside kapının yanında belirdi. "Gidiyoruz!" Diyebildi Gökçil. Asker, "Gidiyor musunuz, sizin gibi küçük kızlar nereye gitmek ister ki?" Askerin sözlerini duyan diğer üç asker kahkaha atmaya başladı. Gökçil'in göz bebekleri büyümüş hızlı çarpan kalbi kan değil öfke pompalıyordu vücuduna, işaret parmağını askerin suratına doğrulttu, "Bu seni hiç mi hiç ilgilendirmez, aç kapıyı!" Asker Gökçil'in öfkesine pek aldırış etmedi, yüzündeki alaycı ifadeyi saklama gayretine hiç girmiyordu kapının tam ortasına geçtikten sonra iki kolunu göğsünde birleştirerek, "İlgilendirmez demek, varsayalım ki bu doğru izin belgesini verin bakalım nasıl olsa o belgede neden ve nereye gitmek istediğiniz yazıyordur." Her ikisininde süngüsü düştü, yaşlı adam gitmelerine izin vermemişti, daha önce belgesi olmadığı halde insanların gitmesine izin veriliyordu bu nedenle sorun olacağını düşünmemişlerdi.

Gökçil, Beyge'nin kolundan tutarak askere cevap bile vermeden gerisin geriye gitmeye başladı. Beyge direniyor kalmak için çabalıyor fakat Gökçil onu peşi sıra çekiştirerek yürüyordu. Sonunda Gökçil'in ellerini tutarak üzerinden ittiren Beyge, "Ne yapıyorsun kapı orada!" Dedi. Anlamıyorsun derecesine başını sağa sola sallayarak, "Abla anlamıyormusun uyarılmışlar!" Şaşıran Beyge, "Ne uyarılmışlar mı, ne için?" "Tabi ki de bizim gitmemize izin vermesinler diye!" Şaşıran Beyge gözlerini kırpmadan Gökçil'e bakıyordu sağ elinin avucu gök yüzüne bakacak şekilde havaya kaldırdı. "Neden anlamıyorum neden!" Gökçil, "Anlamıyor musun, tabiki amcam böyle istemiş." "Sen çıldırdın mı babam neden böyle birşey yapsın!" Gökçil, "Bak neden bilmiyorum ama belli ki amcam geriye gelemeyeceğini düşünüyordu onu aramayalım burada kalalım diye reise söylemiştir."

Beyge'nin gözleri bilye gibi patlamıştı, kafası oldukça karışmış ne söyleyeceğini bilemeden bir süre öylece bekledikten sonra, "Tamam o halde şimdi o ihtiyar bunağın yanına gidip izin belgesi alacağız!" "Hayır, hayır öyle olmaz o belgeyi asla imzalamaz." Bu sözleri söylerken dudakları hafif kıvrılmış tebessüm ederken gözleri Beyge'nin omzunun üstünde boşlukta bir noktaya odaklanmış kararlı bakışlarla bakıyordu. Reisin o belgeyi onlara vermeyeceğinin kendisi de farkında olan Beyge, "Peki benim bilmiş kardeşim, herşeyi bildiğin gibi buradan nasıl çıkacağımızı da biliyormusun?" Bunları söylerken yüzündeki kıvrımlara hükmeden endişe adeta yıkılması güç bir krallık kurmuştu. Yüzünde ki gülümseme yerini ciddiyete bırakan Gökçil, "Aslında kafamda birşeyler var, hadi gel benimle."

Sözünü bitirir bitirmez köye doğru koşar adım yürümeye başladı, arkasından merakla "Nereye, Nereye?" Diye bağıran Beyge'yi duymazdan gelmişti. Az sonra sırtlarındaki yünden yapılmış heybelerle birlikte nehire en yakın evin duvarları önünde bekliyorlardı. Üzerlerinde her zaman giyindikleri elbiseler yoktu, yolculukta giymek üzere siyah deri dar pantolon, üzerine yün gömlek ve neredeyse tüm vücutlarını örten onları soğuktan koruyacak siyah yün hırka vardı. Gökçil evin kenarında hemen karşısında duran kayıkları izlerken, "Hayır hayır, böyle olmaz çıldırdın mı?" Beyge'nin sözleri Gökçil'e tesir etmemişti, sanki o hic konuşmamış gibi, "Koşarak kayığa bineceğiz ve denize açılacağız!" Dedi. Beyge, büsbütün endişeye kapılmış adam akıllı korkmaya başlamıştı. "Bu bu çılgınlık, denizde fırtına var açılırsak ölürüz!" Dedi. Gökçil Beyge'ye dönerek iki eliyle sıkıca yüzünü tutarak onu yüzünden öptü, "Fazla açılmaz ve kıyıya yakın gidersek hiç birşey olmaz, hem başka çaremiz yok!" Dedi. Beyge'nin yüzündeki korku onu en az elli yaş yaşlanmış gibi gösteriyordu, "İyi ama denizden çıksak bile Druglar var onların topraklarından çıkacağız ve druglar birer vahşidir." Dedi. "Abla, abla şimdi kayığa koşacağız ve denize açılacağız, Drugları sonra düşünürüz tamam mı?" Gökçil'i onaylayarak başını salladı, kendisini Gökçil'e bırakmış düşünmek yerine söyleneni yapmak ona daha cazip gelmişti. Ellerini Beyge'nin yüzünden çeken Gökçil evin kenarından başını çıkartarak nehrin etrafında birileri varmı diye kontrol etti, nehrin karşısında bulunan tarlada çalışan insanlar oldukça uzaktı ve onlar için pekte sorun teşkil etmiyordu, başını sağa çevirerek nehrin şelale tarafını kontrol etti nehrin kenarında gençten bir kaç kişi sohbet edip gülüyordu. Beyge'nin omzuna vurarak, "Şimdi, koş!" Dedi.

Her ikisi de soluksuz nehre koşmaya başladı, var gücüyle koşuyorlar etrafa bakmıyorlardı. Sohbet eden gençler onları farkettiklerinde çoktan nehrin kenarına gelmişlerdi fakat gençler onların ne yapmaya çalıştığını anlayamamış ağızları açık onları izlemekle yetindiler. Kayığa ilk gelen Gökçil olmuştu, heybesini kayığın içine atarak kayığı orada bulunan bir kayaya bağlamış olan ipi çözmeye koyuldu. Kayığın içine kendi heybesini bırakan Beyge, telaşlı bir şekilde kayığın kenarında Gökçil'in ipi çözmesini bekledi. Ayakları dizlerine kadar suya batmıştı, buz gibi su vücutlarının her bir zerresini şimdiden dondurmaya yetmişti. Gökçil sonunda ipi çözmeyi başardığında kayığı suyun ortasına ittirip hızlıca içine bindiler. Kayığın küreklerini alarak ayağa kalktıktan sonra ıslanan vücutları soğuktan titreyerek kürekleri nehrin tabanındaki taşlarla ittirerek hızlanmasını sağladılar.

Denizde her zaman Gökçil'den daha becerikli olan Beyge kayık hızlanınca kürekleri alarak tam ortasına oturdu, bir yandan kürekle yön veriyor öte yandan daha da hızlandırıyordu. İşin kolay kısmını başarmışlardı, artık geriye nehrin denizle birleştiği yerde denize açılmak üzere olan bir gemiyle karşılaşmamak için dua etmeleri gerekiyordu. Eger orada bir gemiyle karşılaşırlarsa herşey başlamadan biter gemi önlerini kesip onları derhal reise götürürlerdi, üstelik kayık onların değildi yakalanmak yetmezmiş gibi hırsızlıkla suçlanacaklardı ve Abadan yasasına göre hırsızlığın bedeli çok ağırdı. Elleri kesilebilir yahut erzak olmadan yurt dedikleri adaya bırakılıp ölüme terk edilebilirler di. Gökçil hala ayakta etrafa bakınırken onları farkeden bir kaç kişi ne olduğunu anlamaya çalışıyor ağızları açık bir şekilde onları izliyordu, bugün fırtına olacaktı ve iki kızın kayıkla denize gitmesi herkesi endişeyle karışık bir merağa sokmuştu.

Çok geçmeden askerler de onları farketti, Abadan'ın yöneticisi reis askerleri onlar konusunda uyardığı için her ne kadar deniz yoluyla kaçma fikri akıllarına gelmemiş olsada onları durdurmak üzere koşmaya başladılar fakat onlar tekneyle bir insanın koşabileceğinden daha hızlı gidiyordu. Denize yaklaştıklarında sebebi kader mi yoksa şanstan ibare mi bilinmez herhangi bir gemiyle karşılaşmadan yollarına devam ettiler.

Artık denizde askerlerden uzaktaydılar ve bir gemiyi hazırlamak saatler süreceği için yakalanma ihtimali ortadan kalmıştı. Ayakta duran Gökçil ellerini sağ ve sol yönde açarak havaya kaldırdı, şiddetli bir yağmur yağmaya başlamış şimdiden yüzünden aşağı hiddetle süzülüyordu. "Eveettt!" Diye sesi çıktığı kadar bağırdı. Sahildeki insanlar karıncalar kadar küçülmüş yüzlerini seçmek imkansız bir hal almıştı. Artık Abadan'ın güvenli kucağından çıkmışlardı, yaşadıkları heyecanla korkuları baskılanmış zihinleri boşalmıştı. Kısa bir süre göz göze geldikten sonra ağızları kulaklarında kahkaha atmaya başladılar.

AKHİRA - Kıyamet Vakti (KİTAP OLDU)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin