Daha önce hiç görmedikleri farklı bir dünyaya adım attıklarını düşünerek ürkek adımlarla yürüyorlardı. Neredeyse bir ev büyüklüğünde devasa bir çukurun önünde duraksadılar, biriken yağmur suları çukurun tabanı balçıklaştırmıştı. Gökçil başını kaldırarak kaleye doğru bakındı, önlerinde hemen hemen aynı büyüklükte onlarca çukur vardı. Gökçil bunun nasıl mümkün olabileceğini sorgularken, Beyge her ziyanı dehşet kaplı düşüncelerini bölerek Gökçil'i düştüğü elem çukurundan çıkardı.
Sesi titreyerek çıkan Beyge, ''Doğruymuş, kıyamet gecesi gerçekten de yaşanmış.''
Gökçil, ''Bunlar nasıl mümkün olabilir? Bu kadar büyük çukurlar, ateşin erittiği kayalar, turkuaz rengi mi o kayalar, abla sence onlarda ateşten dolayı mı bu renge büründüler ?''
Beyge, ''Mayda haklıydı, Reis haklıydı geri dönmeliyiz.''
Gökçil, ''Bu dehşet nasıl bir kudretin zuhur etmesiyle olabilir.''
Beyge Göksaray'ı işaret ederek, ''Orası beni ürkütüyor, boyumuzdan büyük işlere karıştık belki de geri dönmek için çok geç kalmış sayılmayız.''
Elini kılıcının Topuzuna götüren Gökçil, '' Artık dönemeyiz, yayını kavgaya hazır et.'' dedikten sonra yürümeye başladı.
Kaleye yaklaştıkça gök yüzünün karardığını hissetmeye başladılar, daha sonra sanki sağanak yağmur başlamıştı. Kendilerini dehşet dolu bir sihrin ortasında bulmuşlardı adeta, fakat tüm bunlar onların en derin korkularının bir yansımasıydı. Harabe haline gelmiş surlar ve yığıntıların arasında kalmış kapıya yaklaştıkça içlerindeki dehşet artıyordu, tüm bunların yanı sıra kale surlarının turkuaz rengi taşlarının büyüsüne kapılmamaları da mümkün değildi. Öküz büyüklüğünde ustalıkla dikdörtgen bir şekilde kesilmiş kayalardan yapılmış devasa surlar, bir kısmı alev toplarından dolayı yıkılmış hatta erimiş olsa da tüm ihtişamıyla hala ayaktaydı.
Kıyamet gecesi harabe haline gelen Ay kapısından geriye kalanlar dört adım genişliğinde temizlenmişti. yığıntıların arasına geldiklerinde uzaktan ihtişamını yansıtan surların hayallerinden de büyük olduğunu fark ettiler. Abadan'ı koruyan surları kapıları düşününce onları her şeyden koruyacağını düşündükleri evlerinin aslında hiçte korunaklı olmadığını anlamışlardı. Böyle devasa surları yıkan, taşı eriten kudret Abadan'ı kolaylıkla yok edebilirdi, devasa asla yıkılmaz gibi görünen surlar kıyamet gecesinin dehşetini ruhlarının her zerresine işliyordu.
Yığıntıları aşıp ikinci surlara geldiklerinde ahşaptan yapılmış büyük bir kapı karşıladı. Güneş neredeyse kaybolmuş gece Akhira üzerinde hakimiyet kurmaya başlamıştı. Gökçil alaycı bir gülümseme ile kapıyı izlemeye koyuldu.
Tedirgin bir vaziyette elinde gerilmiş saldırmaya hazır duran yayıyla etrafı süzen Beyge, ''Ne, Ne oldu?''
Gökçil, ''Taşı eritecek kudreti bulunan düşmana karşı böyle bir kapının kendilerini koruyacağına inanmaları sence de komik değil mi?''
Kapının sürgülü demirden yapılmış gözetleme penceresinin açılma sesiyle birlikte oldukça boğuk, sahibinin yaşlı olduğunu hissettiren bir ses yükseldi, ''Kapı kurt adamlar için.''
Gökçil, ''O halde bu gece endişelenmemizi gerektirecek bir durum yok.''
Sadece yeşil gözleri görünen esmer yaşlı adam, boğuk sesiyle, ''Drug kızı değilsiniz, Aparlı gibide giyinmemişsiniz, kimsiniz ve ne istiyorsunuz?''
Beyge kibirli bakışlarını takınarak, ''Ne istediğimiz seni ilgilendirmez, Abadan'dan geliyoruz ve bu gece burada kalacağız!''
Yaşlı adam bıkkınlık dolu sesiyle, ''Ağızınızı açıp dişlerinizi gösterin, uzun diş değilseniz girebilirsiniz.''
ŞİMDİ OKUDUĞUN
AKHİRA - Kıyamet Vakti (KİTAP OLDU)
FantasíaBilinen tarihlerin çok daha öncesinde, bizler için bir efsane olan kurt adamlar ve insan oğlunun savaşı. Şimdiye kadar duyduğunuz efsaneleri unutun, sizleri bambaşka bir öykünün içerisinde dudak ısırtan sürprizlerle bir fantastik maceraya davet ediy...