Beyge uyuyunca, Gökçil karanlık mağarada küçük kızla başbaşa kalmıştı. Kendisine sırtı dönük bir şekilde mağaranın dışına baka kalmış kızın sessizliği Gökçil'i rahatsız etmişti. Bir süre daha sessizce kızı izlemeye devam etti. Haraketsiz öylece duran kız onu meraklandırırken daha fazla dayanamadı. Oturduğu yerden kalkarak küçük kızın önüne dikilip sol omzundan tuttu. Kapıya öylece bakan kızın gözlerinden kömür karası yaşlar süzülüyordu. İlk önce şaşkınlıkla karşıladı, daha önce bir vampirin kömür karası, elem suyunu hiç görmemişti. Canlıları birbirinden ayıran neydi, beslenme alışkanlıkları mı yoksa akan kanlarının rengi mi ? Tam o esnada bunun böyle olmadığını ayırt etmişti. Canlıları birbirinden ayıran en önemli unsur göz yaşı olmalıydı, sevgiyi yada aile kavramının ne olduğunu bilmeyen hiç bir varlık ağlamazdı. Ağlamayan canlılarda merhamet vicdan gibi duygulara da yer olmaz elbet diye düşündü. Kızın göz yaşlarını elleriyle silmek istedi, sağ eli kızın gözüne titreyerek yavaşça ilerlerken karşısında gördüğü ruh için bir umut olduğunu düşünmeye başlamıştı. Eli küçük kızın gözüne yaklaştığında kız irkilerek kendini geriye attı. Ailesini kaybetmenin acısını yaşadığını anlamak Gökçil için çok zor olmamıştı. Aklına neye benzediklerini dahi bilmediği anne ve babası gelmişti. Bugüne kadar babasının zekası, ve güçlü kişiliğini annesinin ise dillere destan güzelliğini anlatan hikâyelerle büyümüştü.
Hep gizlemeye çalışsa dahi anne baba özlemi içten içe ruhunu parçalara ayırıyordu. Tengri'ye ettiği tek dua bir kere dahi olsa anne ve babasını rüyada görebilmekti. Ettiği dua Tengri tarafından hiç kabul görmeyen Gökçil küçük kızın göz yaşlarında kendini görerek ağlamaya başladı. Küçük kızın acısına ortak olmuştu, kısa kollarıyla küçük kıza sarıldı. Küçük kız böyle birşey beklemediği için tekrar irkilerek kendini geriye çekti. Başını Gökçil'e çevirdiğinde gözlerinden süzülen yaşları farkeden küçük kız aynı acıyı paylaştıklarını anlamıştı. Hayat ne olursan, kim olursan ol eğer aynı acıyı paylaşıyorsan seni karşındaki ile dost yapar, Küçük kız yeni dostuna bir aile sıcaklığı ile sarıldı. Ürkek yüreği öyle sıkı tutmuştu ki Gökçil'i acıları birbirine karışmıştı.
Zaman ıssız mağarada hızla akıp giderken sessizce oturup derin düşüncelere dalmışlardı. Konuşmadan dertleşme olur mu demeyin onlar hiç konuşmadan saatlerce dertleşti. Gökçil küçük kıza güvenmenin rahatlığı ile gevşemiş oturduğu yerde uykuya bile dalmıştı. Zaman aktıkça Beyge ve Gökçil'in uykusu pekişmiş derin uykuya dalmışlardı. Yağmur yeniden başlamış toprak kokusu mağaranın derinlerine kadar geliyor, bu hoş koku onları rüya aleminde gezintiye çıkartıyordu.
Vampir kız irkilerek arkasını döndü. Vampirlerin üstün duyma duyuları sayesinde mağaraya birinin girdiğini anlaması çokta zor olmamıştı. Gökçil'in yanına doğru hamle yaptı, mağaranın köşesine yaşlanmış oturur vaziyette uyuyan Gökçil'i dürtmek isterken kendini arka tarafa savrulurken buldu. Mağaraya giren yetişkin erkek bir vampir, küçük kızın kolundan tutarak onu fırlattı. Yaşadığı şoku atan küçük kız başını kaldırdığında vampirin yerde yatan Beyge'yi ısırmak üzere olduğunu farketti. Tüm gücünü toplayarak vampirin üzerine atlayan küçük kız sırtına atladığı vampirin boynuna sarılmış onu geriye doğru çekmeye çalışırken vampir küçük kızı yakaladı.
Boynundan sıkıca tuttuğu kızı havaya kaldırırken küçük kız nefes alamayacak duruma gelmişti. "Seni küçük pislik, avla avcı arasına girmeyecektin şimdi sen öleceksin!" Dedikten sonra uzun siyah tırnaklarının kızın boğazına sokmaya başladı. Küçük kızın gözlerinden siyah göz yaşları süzülürken, boynundan akan kanlar tüm dehsetiyle yere süzülüyordu. Nefessiz kalan küçük kız bu acıya daha fazla dayanamayacağını düşünürken vampir çıkardığı acı sesinden sonra ağzından gelen kanla yere serildi. Küçük kızda yere düşmüş olanların şaşkınlığı ile yerde korkudan ağlarken omzunda hissettiği elle kendini hızlıca bir kaç adım geriye attı.
Başını yukarı kaldıran kızın şaşkınlığı daha da artmıştı. Elindeki kanlı hançerle vampirin başında duran kişinin Beyge olması onu bir hayli şaşırtmıştı. Küçük kız vampirin elinde boğulurken Beyge ve Gökçil uyanmış Beyge hızlı davranarak hançeri vampirin sırtına arka arkaya saplamıştı. Gökçil kendini geriye atan kızın kollarından tutarak onu ayağa kaldırdı. "Tamam sorun yok, güvendesin!" Diyerek onu telkin etti. Kanlı hançeri yerde yatan vampirin üzerine silen Beyge, "Tamam artık gün doğduğuna göre bu iğrenç mağarada biraz daha duramayacağım!" Dedi.
Beyge eşyaları hızla toplamıştı, Beyge'nin hızlı adımlarını takip eden Gökçil ve küçük kız mağaranın girişine kadar yürüdüler. Mağaranın girişindeki otları aralayan Beyge doğmakta olan güneşe bakarak, "Nihayet!" Dedi. Gökçil de yanına geldi. Yanında duran Gökçil'e bakan Beyge, "Hadi bir an önce gidelim." Diyerek hışımla boyunu aşan otların arasına dalarak yürümeye başladı. Beyge'nin arkasından bir kaç adım atan Gökçil duraksayarak arkasına döndü. Mağaranın girişinde güneş ışığının tam sınırında duran kız yüzündeki kederle onları izliyordu. Gökçil, "Hadi gelsene!" Dedi. Küçük kız soruyu yanıtsız bırakırken Beyge'nin sesi geldi. "Kardeşim yapma, sende biliyorsun ki güneşe çıkamaz." Gökçil bir kaç metre uzağında duran Beyge'ye baktıktan sonra mağaraya doğru yürüdü.
Küçük kızın yanına geldiğinde eğilerek kızla göz göze geldi. "Dışarıya çıkarsan ne olur?" Dedi. Küçük kız başını öne eğdi, "Eğer çıkarsam vücudum güneş ışığını emer, buda kanımı azaltır." Dedi. Kızın söylediklerine çokta anlam veremeyen Gökçil, "Peki sonra?" Dedi. Araya giren Beyge, ketun bir sesle "Ölür!" Dedi. Küçük kız suskunluğunu korurken Gökçil, "Bu doğru mu?" Diye sordu. Küçük kız, başını evet dercesine sallarken, "Bir kaç saat birşey olmaz, sonra gittikçe güçsüz düşerim. Eğer beslenmezsem öğle vakti olduğunda ölürüm!" Dedi. Yüzünü buruşturan Gökçil, kızı burada bırakmaları gerektiğini biliyordu. Gece onunla paylaştıkları acı hatıralar kızı öylece burada bırakmasına engel oluyor, mağaraya bir gecede iki saldırı olması işini daha da zor bir hale getiriyordu.
Küçük kız burada kalırsa ölecekti, eğer yolculukta beslenemezse yine ölecekti. Karşısında duran masum çocuğun nasıl öleceğini tayin etme görevi Gökçil'e kalmıştı. Bu ağır yükü omzuna almak çok zor olmuştu ikilemin içinde ruhu sancı içinde kıvranıyordu. Bir süre düşündükten sonra, "Peki güneş ışığının geçmediği birşey bulsak ve senin üzerini onunla kaplasak bir şansın olur mu?" Dedi. Küçük kız, "Bilmiyorum, hiç böyle birşey deneyen olmadı." Diye yanıtladı. Gökçil çantasından çıkardığı, siyah eski pelerini kızın üzerine geçirdi. Beyge hışımla gelerek, "Bunu yapamazsın, o babandan sana kalan tek miras!" Dedi. Tebessüm ederek elindeki kılıcı gösteren Gökçil, "Birde bu var." Diyerek geciştirdi. Hemen küçük kıza dönen Gökçil, kızı iyice pelerine sardı. "Bak bu babamdan bana kaldı, eski ama özel bir kumaştan yapılmış. İçine güneş almaz bir süre bununla idare edebilirsin." Dedi.
Küçük kız onlarla birlikte gitmek istese de korkusu ona engel oluyor bir türlü dışarıya çıkamıyordu. Gökçil, "Bak burası güvenli değil, bir gecede iki kere saldırı oldu. Üstelik dışarıya çıkıp beslenmen gerekecek kalırsan ölürsün bizle gelirsen en azından bir şansın olur." Dedi. Küçük kız dışarıya adım atacak gibi oldu fakat korkusu yeniden onu esir aldı, ürkerek kendini geriye çekti. Sabırsızlıkla onları bekleyen Beyge'nin Sabrı taşmıştı, daha fazla öylece duramayacağını düşünerek hızla kızın yanına gitti. Zorla küçük kızı kollarından tutarak sırtına aldı. Küçük kız kaçmak için uğraşsa da Beyge ondan daha güçlüydü. Hızlı adımlarla güneye doğru yürümeye başlayan Beyge'ye karşılık vermekten vazgeçen kız boynuna sarıldığı Beyge ile birlikte ilerlemeye başlamıştı. Beyge, "Sakın benden beslenmeye kalkışma!" Dedi. Küçük çocuğun yüzünde beliren tebessüm onları izleyen Gökçil'i mutlu etmeye yetmişti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
AKHİRA - Kıyamet Vakti (KİTAP OLDU)
FantasyBilinen tarihlerin çok daha öncesinde, bizler için bir efsane olan kurt adamlar ve insan oğlunun savaşı. Şimdiye kadar duyduğunuz efsaneleri unutun, sizleri bambaşka bir öykünün içerisinde dudak ısırtan sürprizlerle bir fantastik maceraya davet ediy...