37. OLMUŞLA ÖLMÜŞE ÇARE BULMAK

1.6K 106 7
                                    

yorumlarınızı ve oylarınızı eklemeyi ihmal etmeyin lütfen,

KEYİFLİ OKUMALAR!

*

Bundan daha kötü ne olabilir ki? Diye kendinize sorduğunuzda sakinleşmeniz lazımdı. Derin nefesler alıp arkanıza yaslanmanız... Belki bir bardak da su içer, zihninizi arındırırdınız. Çünkü en beteri, illa ki bulurdu sizi. Kötü kelimesinin kafanıza bir kere yerleşmesi yeterliydi.

Başta kurallarını yazdığım şıklıktan eser taşımıyordum şimdi. Berkay ile el ele, göz göze, romantik bir şekilde yoldaki derin çukurun içine düştüğümüzden beri bedenimi oluşturan kemiklerin tümü birden ağrıyordu. Hücrelerim sızlıyor, biraz da başım yanıyordu.

O kadar çok ve o kadar içten ağlamıştım ki vakit, dakikalarla değiştikçe gözyaşı akıtma eyleminde bile zorlanır olmuştum.

Kollarım ve yüzümün çeşitli noktalarında açılan taze yara kabukları, bitmek bilmeyen bir ıstırap çektiriyordu bana. Azkaban hapishanesinde, hiçliğe ve sonsuz bir karanlığa terk edilmiştim bir nevi. Bitkindim. Yorgundum. Hâlâ nefes alıyor, ciğerlerimi çocuk işçi misali çalıştırıyor olmasaydım eğer pekâlâ inanabilirdim öldüğüme ama gömülmediğime.

Nedenini, nasılını, zamanını bilmediğim bu bir takım olaylar silsilesinin bir an evvel son bulması şarttı. Aksi halde ben dayanamayacak, ellerimi kaldırıp teslim olacaktım.

Berkay ile birbirimize sarılıp hüngür hüngür ağladığımız -yaklaşık- on beş dakikanın sonunda itfaiye ekipleri gelmişti. Uzun uğraşlar sonucunda, bizi, düştüğümüz yerden çıkarmayı başarmışlardı.

Ardından, kaybettiğimiz benliklerimize ambulansta rastladık. Sirenler içinde hastaneye taşındık. Temiz önlüklü sayısız doktor tarafından muayene edildik. Talihli olduğumuz söylendi. Yaşamaya devam edeceğimiz anlaşıldığında da dört saat geçmişti. Dilan halamın aramasının, Zeliha'nın kaçtığını haykırmasının üstünden tamı tamına dört saat geçmiş. Saniyeler hiçmiş.

Polislerle konuştuk. Polisler de bizimle konuştu. Ve hastaneden taburcu edildik.

Transa girmiş gibiydim. Bilincim, değerlendirmeye kapalıydı sanki. Yalnızca adım atıyor, Berkay'a kör kütük güvenip onun yönlendirmesine -kuklaymışçasına- uyum sağlıyordum.

Zihnim mahşer meydanıydı. Yoğun pus, uğultulu bir kalabalık vardı. Girift ip yumağına dönüşmüş düşüncelerim, akıbetleri hakkında şaşkındı.

Per perişan halimizle hastane sınırlarından çıkabildiğimizde binebileceğimiz bir araç yoktu. Zira Berkay, intikam benzeri bir şey almak için şahsına güldüğüm adamın arabasından saçma sapan hınç çıkarmaya yeltendiğinde başımız belaya girmişti. Onun arabasını geride bırakarak kaçmak farz kılınmıştı -o anda- bize.

Neyse ki hastane otoparkı, vampir misali müşteri toplamaya çalışan taksicilerle dolup taşıyordu. Böylelikle taksiye atlamıştık.

Hiç konuşmamış, yine konuşmamıştım. Hareket kabiliyeti bağışlanmış mumdan bir heykel gibi davranmak, fazlasıyla rahatlatıyordu sorumluluklarımı.

Asırlara sığdırılabilecek yolculuğumuz tamamlandığında taksi, Meran konağının önünde durmuştu. Hızla ceplerini karıştıran Berkay, zor bela kaptığı üç-beş kuruşla taksicinin ücretini ödedi ve araçtan indik.

ŞEHİRLİ DAMATHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin