ÖZEL BÖLÜM

1.1K 42 0
                                    

***

yıllar yıllar önce...

Berkay Karaevren

Verilen sözler gölgelere benzerdi. Her daim karanlıkta bekler, sahibinin boynuna dikenli ipler geçirerek yaşam enerjisini içmeyi hedeflerdi. Ben, iki cihan yansa bile böyle bir şeyin gerçekleşmesine izin vermezdim. İzin vermemiştim.

İclal'e verdiğim iyi günde kötü günde sözünü oksijen tüpü ilan etmiş, hayatımı çevreleyen bütün noktalara entegre etmiştim. Zira İclal, benim güzeller güzeli karım, her şeyimdi. Ben, artık onun her şeyi olmadığımı hissetmeye başlıyorken bile...

"Berkay," dedi mutfak kapısının kıyısında bekleyen tanıdık bir ses. "Geleyim mi?"

Yüzüme vuran fırın ışığına arkamı dönmedim. Fırın camının gerisinde ağır ağır pişmeye koyulmuş; çiğ, sufle hamurlarının ısıya karşı dirençlerinin düşüşlerini izlemeye devam etmiştim. "Gelme desem," diye karşılık verdim benden cevap bekleyen o tanıdık kişiye. "Arkanı dönüp gidecek misin, abi?"

Abim sinir bozucu bir biçimde gülerken –benim aksime– oldukça mutluydu. "Hayır."

Omuzlarımı silktim. "Gel öyleyse."

Geldi.

Mutfak ışığını yakmaya gerek duymamasına memnun olmuştum. Yanıma, yere, oturdu teklifsizce. Tıpkı benim yaptığım gibi bağdaş kurdu. Yüzlerimiz, fırının sarı ışığını paylaşıyordu şimdi. "Ne yapıyorsun oğlum burada?" diye sordu sahici bir merakla. "Karanlıkta?"

Dudaklarımı sıktım. Beni merak etmesini bilhassa arzuladığım kişinin umuruna dokunmayı çoktan bırakmışken abim tarafından merak ediliyor olmak canımı sıkıyordu açıkçası. Burada, geçmişte olduğu gibi, yanımda İclal'in oturmasını istiyordum. Lakin abim, İclal'in yerini gasp etmekle meşguldü.

Çenemin ucuyla fırını işaret ettim. "Sufle pişiriyorum." bir mısralık bir şiiri mırıldanırcasına çıkmıştı sesim. "İclal çok seviyor."

İclal zaten bir tek kendini sevmiyor; kendini, beni ve Ela'yı.

"İclal," dedi abim. İç çekmişti. Sıkıntımı paylaştığını fark ettim. Belki de beni anlayabiliyordu. İçine düştüğüm bunalımı garipsemiyordu. Sonuçta o da –yani bir zamanlar– yengeme duyduğu aşkı sıkıntılar üzerine kurmuştu. "Nasılsınız?"

Nasılız?

İclal ve ben, sahiden nasıldık? Hiç güneşin dokunmadığı, parçalı bulutlu bir buhran adasıydık.

"Bilmiyorum," dedim yüzümü sıvazlayarak. Abime karşı dürüst olmayı seçmiştim.

"Yenge hanım, pek de iyi değil sanki?" dedi abim gereksiz bir çıkarımda bulunarak. Onu suçlayamazdım. Sadece... Gördüklerini ve şahit olduklarını bir cümleye sığdırmıştı.

İclal hakikaten iyi değildi.

O hastanenin önünde, bana sarılarak konakta fazla odamızın olup olmadığını sorduğunda; bundan sonra diye geçirmiştim içimden. Bunda sonra hayatımda, hayatımızda her şey yolunda gidecek. Terslik kelimesi, bizim içim yeryüzünden silinecek.

Fakat öyle olmamıştı. Umduğum, hiçbir köşe başında beni bulmamıştı. Ağzımızın tadı kaçmasın derken ağızlarının tadını daha çok kaçıran Yaprak Dökümü, Hayriye Hanım gibiydim belki. Bir uğursuzluk abidesiydim.

İyi dileklerle kutsanmış düşüncemin üzerinden yedi ay kadar süre geçmişti. İclal'in hamileliği sorunsuzca ilerliyordu. Ta ki yedinci ayın sonuna kadar...

ŞEHİRLİ DAMATHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin