Şimdiden Nameless'ı okumaya vakit ayırdığınız için teşekkür ederim ♥︎
Keyif almanızı umuyorum, iyi okumalar~ 💕Aşkın tam olarak bir karşılığı yok değil mi? Bir tanımı yok. Çünkü aşk, kalbin kimin için hızlanırsa onun kimliğine bürünüyor. O yüzden güzel gelir insana. Yok olduğundaysa acı verir. Çünkü varlığını, kalbinin ritmini kaybeder.
Eğer okulun ilk açıldığı zamanlar aklımı beş karış havada tutacağıma etrafıma bakmış olsaydım, Aşk'ı iki hafta önce tanımış olacaktım. Hayır, iki hafta onsuzluk için uzun bir süre... 14 gün ya da 336 saat ya da 20160 dakika, 1209600 saniye de denebilir. Tanrım! Sayı büyüdükçe daha korkunç bir hal alıyor.
Kaldırımın kenarında yürümeye çalışıp denge oyunu kurarken ağzımdaki pipeti dişlerimle eziyordum. Aynı zamanda telefonla konuşmaya çalışmak tam da benim gibi çok yönlü birinin işiydi. Bunu seviyordum. Dikkatimi sadece bir şeye veremeyip birden fazla iş yapmak işime geliyordu çoğu zaman.
"Üniversite hayatın nasıl Soo Ji?"
"Tam Amerikan filmlerindeki gibi. Her gece partideyiz, yüksek sesli müzik dinleyip çok içiyoruz ve komşulara popomuzu tekmeletiyoruz. Bundan daha iyisi olamazdı." derken onun göremeyeceğini bilerek gözlerimi devirdim. Aslında bu, Narae'ye değil de monoton hayatıma karşı bir baş kaldırıydı. Bir direniş, bir özgürlük mücadelesi. Savaşımızın bir gayesi var; bu sıradanlığı kırıp hayatımın iplerini elime almak. Ah... Ne diyorum ben?
Narae küçük bir kahkaha attı.
"Hadi ama, bu kadar umutsuz olmamalı... Senin isimsiz prens neler yapıyor?"Sütümü son damlasına kadar içip o tuhaf 'pipet ve sütün son çırpınışı' kombinasyonlu sesini çıkardım. Telefonun diğer ucundan Narae'nin küfrettiğini duyunca yüzümdeki ifade şeytani bir hal aldı. Evet, o bu sesten nefret ederdi.
"İnanır mısın? Bir ay oldu ve o hala isimsiz." Sanki az önceki rahatsızlığa ben neden olmamışım gibi konuşmaya devam etmiştim. Çünkü şuan daha önemli sorunlarım vardı. Tanrım! Adını bile bilmiyorum...
"En sevdiğim arkadaşımın ilk kez göğüs görmüş ergen bir oğlan çocuğu gibi davranması inanılır gibi değil." dedi Narae. Gerçekten hayretler içindeymiş gibi geliyordu sesi.
"Ben erkek değilim."
"Söylediğim şeyde takıldığın nokta bu mu yani?"
Kaşlarımı çatarak kendimi düşünme moduna aldım. Sonra para dolu bir kasanın şifresini bulmuşum gibi gözlerim parladı ve mutlu bir şekilde " Ben de seni seviyorum Narae~" dedim.
Nefesini dışarı verdi önce. Bu iyi değildi. Şuan ellerini saçlarına atıp karıştırdığı hali gözümün önünde canlanıyordu.
" Tanrım! Küçükken o parkta yanına gelip seninle hiç tanışmamalıydım sanırım. Kafanı kuma gömüp ordan tüymeliydim." dedi Narae, bıkmış bir sesle.
Aslında böyle düşünmediğini biliyordum, o yüzden sadece gülerek onun söylenmelerini dinledim.
"Anne babası onun doğumuna şahit olduktan sonra tipini de beğenmediği için isim vermeden kaçıp gitmiş olamaz değil mi?" derken karışık sesler de geliyordu arada. Bir kitabın sayfalarını karıştırıyormuş gibiydi.
Dikkatimi toplayıp soruyu düşünerek "Hayır sanmıyorum. O çok tatlı, hala bir bebekten farksız." dedim.
" Soo Ji... Ben mi sana karşı yanlış cümleler kuruyorum yoksa senin yanlış anlama sorunların mı arttı?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
NAMELESS • ☑︎
Fiksi Penggemar" Sahip oluş yoktur. Sadece oluş, son nefesi vermeyi, nefessiz kalarak boğulmayı özleyen oluş vardır. " - Franz Kafka. ❄︎❅❆❅❄︎ Min Yoongi / Kim Seokjin bxg