Yolun kenarında bulduğum küçük siyah taşı sürükleyerek yeniden evin yolunu tuttum. Aklımda sadece bugünkü gülüşü tekrar edip duruyordu. Bu rezilliğimi nasıl düzelteceğimi düşünmem gerekirken onun gülüşündeki muntazamlığı düşünmem ve hemen ardından sokak lambasına çarpmış olmam doğanın bana, sen adam olmazsın, deme şekliydi. O küçük velet İsimsiz'in kollarına atladığında yaşadığım şok, markette sepete attığım kampanyalı ürünün kasada fiyatının yükseldiğini görmemle aynı etkideydi.
Kalp ritmimdeki bozukluk, midemin kasılması, alnımdaki küçük ter damlaları, nefes alış verişlerimin sekteye uğraması kıytırık bir hastalığın belirtileri olması gerekirken ben sadece onu gördüğüm an bu hale giriyordum. Ya aşk aptallıktı ya da aşk gerçekten aptallıktı. Tarihi geçmiş fıstıklı salam gibi, sağlığa zararlı ve uzak durulması gerekiyordu.
Küçük velete karşı çok kibardı. Ona sürekli gülümsemesini ve onun saçlarını karıştırmasını izlerken içimde garip bir his oluşmuştu. Eğer yolunu kesip 'Seni 3 yaşındaki yaramaz veletlerden bile kıskanıyorum.' dersem, muhtemelen nutku tutulur ve verilecek olan altın rezillik ödülünü kafamda paralardı.
Ayağımın altındaki siyah taşa fazla sert vurduğum için taş kayboldu ve sıkıntıyla nefes vererek karanlık sokağa girdim. Bir taşa bile sahip çıkamıyorken nasıl onun gibi mükemmel birine sahip olabilirdim ki?
Denizin bilmem kaç fersah dibine batmışım gibi dalgınca yürürken karanlık duvarın köşesinden önüme bir siluet fırladı. Yüksek sesle çığlık atarak geriye sıçradım. Sol elimi kalbimi sakinleştirmek için göğsüme bastırdım. Derin nefesler alırken karşımda duran burunsuzun kafasına sağlam bir tane indirdim. Hayır, aslında burnu vardı ve çok güzeldi.
"Seni korkuttum mu SooJi? " gülmesini bastırmaya çalışırken yanından geçip yürümeye devam ettim. Şu an onun eksik saygı eklerini takmayacak kadar korkmuştum.
"Hayır. Reflekslerim ağır metalci. Bu yüzden kafa sallamaya ve çığlık atmaya bayılıyorum." dedim. Her zaman yaptığı gibi bana yetişti ve yanımda yürümeye başladı.
Bu mahalleye taşındığımda ilk olarak onunla tanışmıştım. Sürekli buralarda dolanır insanlara şakalar yapardı. Üzerinde sevimli bir notla kapının önünde bulduğum kutuyu 'hoş geldin hediyesi' olarak adlandırmıştı. Kutuyu açmamla yüzüme sıçrayan iğrenç kurbağa sayesinde üst üste 12 kez yüzümü köpüklü suyla yıkamıştım. Tahriş olan yüzümün çirkinliğine dayanamayan EunKyung durdurmuştu beni. Jungkook'a o gün ne kadar kızsam da tanıdıktan sonra fazlasıyla sevmiştim. Tıpkı küçük kardeşim gibiydi.
Neşeli sesiyle yol boyunca günümün nasıl geçtiğiyle ilgili şeyler sorup durmuştu. Ona sevimsiz maceramı anlattığımda 'bu yaramaz, benim küçüklüğüme benziyor' diyerek sokakta yankı yapan bir kahkaha attı. Küçüklük dediği şimdiki haliyse büyümesini beklemek uzun sürecekti anlaşılan. Birkaç kişinin bize dönen bakışlarından rahatsız olup Jungkook'u tanımayan bir modda şapkama daha da sığınmış ve oradan uzaklaşmaya çalışmıştım. Eğer şapkamdan tutup beni yanına çekmeseydi onu tanımadığıma insanları inandırabilirdim.
Evden içeri adımımı attığımda EunKyung salonda oturmuş düşünceli şekilde yerdeki halıyı inceliyordu. Halı onun aşkını reddetmediyse bugün kötü bir şey olmuş olmalıydı.
"SooJi, arkadaşın herkese rezil oldu." derken endişeli gözlerle yanıma gelip elimden tuttu ve kendini koltuğa atıp beni de yanına çekti. Bazen bu kızın kayıp ikizim olduğuna inanmam bu yüzdendi. Aynı düşünür, aynı şeyleri yaşamış olurduk.
"Anlat hadi bakalım, hangimiz daha reziliz?"
"Sen de mi?" dedi, EunKyung. Hayal kırıklığı dolmuştu gözleri. Alt dudağımı sarkıtıp onu onayladım sadece.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
NAMELESS • ☑︎
Fanfiction" Sahip oluş yoktur. Sadece oluş, son nefesi vermeyi, nefessiz kalarak boğulmayı özleyen oluş vardır. " - Franz Kafka. ❄︎❅❆❅❄︎ Min Yoongi / Kim Seokjin bxg