BÖLÜM 8: "KARANLIK SAYFALAR"

41 5 2
                                    

Oy vermeyi ve yorumlarınızı benimle paylaşmayı unutmayın, keyifli okumalar!

Low-Lullaby

BÖLÜM 8: "KARANLIK SAYFALAR"

Her hayatın bir hikâyesi vardı. Hikâyeyi yazan parmakların elindeki kalem yazara aitti. Ve o parmaklar bugün titriyordu.

Bugün hikâyemin sayfası karanlıktan ibaretti. Kalemimin mürekkebi etrafa dağılmış, ellerime bulaşmıştı; siyah mürekkep artık her yerdeydi.

Elimdeki gemiyi avuç içime hapsedip yürümeye başladım. Adımlarım ürkekti. Arkamda bulunan Hazal'ın sesi kulaklarımda belirdi. "Miray." Dönüp de bakamadım, adımlarım hızlandı. Midem kasılıyordu. Daha çok hızlandım ve göz hizama Çağan girdi. Şu an onun yanına gitmem ne kadar mantıklıydı? Ne diyebilirdim ki?

"Çağan?" Sesimi kendim bile duyamadım. Kendimi zorladım,." Çağan," dedim daha yüksek çıkarttığım sesimle. Durmadı ama adımları sesimle yavaşladı. "Bekle," diye seslendim bu kez de ve o anda durdu. Hızlı adımlarım yerini yavaş adımlara bıraktı.

Her şey onu durdurana kadardı, durmasıyla bütün kelimeler uçup gitti. Solunda, bir iki adım gerisindeydim ve tam o anda kalbimin üzerindeki ağırlık kendini belli etti. Sanki benim yapamayacağımı anlamış gibi bana doğru bedenini döndürdü. Gözlerim omuz hizasındaydı, onun ise bakışlarının ağırlığını hissediyordum.  Gözlerimi başka bir şansım olmadığından hareketlendirdim. Önce boynuna baktım ardından dudaklarına, yüzünde gezinen harelerim en sonunda Çağan'ın harelerine kavuştu.

İfadesiz gözler.

İçimi bu denli yakıp kavuran bakışları mıydı?

Sessizdim oysaki söylemem gereken pek çok şey bulunuyordu. Bu sessizlik hoşuna gitmemiş olacak ki önce çenesi belirginleşti ardından da bana sırtını dönecek hamleyi yaptı, gideceğini anladığımda fütursuzca koluna uzandım ve şaşkınca gözlerinin bana dönmesine sebep oldum. Elimi kızgın bir ateşe değdirmişim gibi hızla kolundan uzaklaştırdım.

"Bir şey söylemeyecek misin?" Gözlerindeki ifadesizlik sürmeye devam ediyordu. Dudakları aralandı.

"Söylenecek bir şey kaldı mı?" dedi yine aynı ifadesizlikle.

"Ben..." dedim ve sustum. Ne diyecektim ki? Aklım uçup gitmişti. Bana sanki karşısında hiç kimse yokmuş gibi özensiz attığı bakışları canımı acıttı. Çok değil saatler öncesine kadar ağzımdan tek bir kelime çıkmasını hevesle bekleyen o adam gitmişti, uzaklaşmıştı. Şimdiyse zorla karşımda duran bir adam vardı, bakışlarıyla gitmek istediğini çok net belli ediyordu.

"Çağan," dedim zorlukla. Gözlerimi kaçırdım, etrafa savruk bakışlar attım. "Bir şey söyle," dedim tekrardan, gözlerimi gözlerine diktim. Susmasını istemiyordum evet, ama neyi duymak istiyordum? Belki de söylediklerimin aksini bana söylemesini. Benim sözlerimin bir yalandan ibaret olduğunu, beni haksız çıkarmasını istemem normal miydi? Bağırmasını istiyordum.

Dudağının bir kısmı yukarı doğru kıvrıldı, bu sahte bir tebessümdü, gerçeklikten çok uzakta bir gülüştü. "Kaçırdığım bir yer mi oldu? Sen söylenmesi gereken her şeyi söylemedin mi?"

Yutkunamadım, alacağım nefesler boğazıma dizildi. Bir fırtınanın ortasında savunmasız kalmıştım. Fırtına bir çift göz olmuştu, beni oradan oraya savuruyordu. Bir kurtuluş yolu vardı; gözlerimi fırtınadan çekmek. Kurtulmak yerine savrulmayı seçtim. Her ikisi de acı vericiydi.

TUTSAK ZİHİNLER |TAMAMLANDIHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin