Bölüm uzun biraz ): musmutlu okumalar ama 🌸🌻
Hayat her daim çok garip tuhaf ve bizim dışımızda ilerliyordu. Tohumdan daha küçük bir yapıdan meydana geliyordu insan. Dünyaya geldiğinde normal insanın kolu büyüklüğünü geçmiyordu. Ama bir büyüyordu kendinden büyük roketler inşa ediyordu. Bir büyüyordu dünyayının tüm dengesini bozuyordu. Sadece etten ve kemikten olan bir canlının bu denli devasa şeyler yapması hayret veriyordu bana.
Her şekilden her türden insan vardı bu dünyada. Şereflisi, şerefsizi, merhametli merhametsizi ve daha birçok örnek. Dünyada her şeyin zıddını bulabilirdiniz her şeyin. Birbirinden farklı bu insanlar bir arada yaşıyordu. Buna mecburdu.
Ve sonra o gerçek. Herkes ölüyordu. Bir toprağın altı bir ateşin kavruculuğu, bir inşaat yeri, bir deniz, bir bina...
Sayamayacağım türlü şekillerde insanlar ölmüştü. Bu bir gerçek bu silinmez bir gerçek. Ellerinizdeki tırnaklar gibi yapışmış bırakmaz.
Ben jeong yunho bugün gördüğüm görüntü ile ölüyordum gerçek anlamda. Nefes almamak mı? kalbinin atmaması mı? Bunlar öldüğümün kanıtıdır. Kalbim öldün sen öldün diyordu. Aklım ise hâlâ ayakta durduğum gerçeğini yüzüme tokat gibi vurup beni ölümden uyandırmaya çalışıyordu.
Ne bir adım atacak hâlim ne de kıpırdamaya mecalim vardı. Ayaklarımın bağı çözüldü. sakince yere çömeldim.
Karşımda biri vardı bir silûet bir canlı bir varlık.
Gölge kategorsinde olmayan bir şey.Karşımdakini tanıyorum birkaç dakika sonra. Çünkü gözlerini görüyorum. Ve ben o okyanusları nerde görsem tanırım. İster ölü ister canlı ister dalgalı ister sakin ben doğduğum ve şu an öldüğüm o okyanusları tanıyordum. İsmim kadar iyi biliyordum.
Gözlerim yuvarlarından çıkmak istiyor. Çünkü sevdiğim adam ölüm sebebi olarak gülleri gösterecekti. Güllerin hepsi gitmişti. O muazzam bahçeden eser yoktu. İki tane gül kalmıştı. Bir rüzgar çıksa yaprakları gidecek beyaz güllerin.
Sevdiğim adam bir hıncla gülün taç yapraklarını yolmuş ve geriye kalan o gülün dikenli dalını kollarında bir ileri bir geri sürtüyordu. Gördüğüm kanla karnım kasıldı. İki kolunda yapmış aynı şeyi.
Üstünde bir atlet var tişörtten hâllice. Hava artık soğumuştu. Üşüyor mudur acaba?
Sonra Kör olsaydı gözlerim görmeseydi keşke. Dilimi yuttum evet dilimi yuttum. Konuşamıyordum. O tişörtü yakmak istedim.
O çıplak kollarında gördüğüm tüm çizikler biri karnıma yumruk atıyormuş gibi hissettiriyordu. Çivi çakıyorlar boğazıma hemde uzun çiviler boğazımı deliyordu kanıyordu. Bir değil iki değil yüzlerce çivi çakmışlar. Ağlasam diyorum keşke ağlasam. Göz yaşlarımın ihanetine uğruyorum dökülmüyorlar uğruna can verceğim için.
Benim sevdiğim adam bana gösterdiği annesinin özenle diktiği güllerin kâtili olmuş. Kendi kanını akıtmış güllerin kanı diye.
Kollarındaki çizikler kanamış az ama kolunun tamamı kırmızı olduğu için çok görünüyordu çok hemde biri boya dökmüş sanki. Teni dirseklerine kadar kıpkırmızıydı. Ve kalan iki güle baktı. Çıplak elini uzatıp gülü dikenli dalından tuttu. Ve nasıl kopardığını anlamadığım bir güçle gülü dalından uzaklaştırdı. Dikenlerin eline batması umrunda değildi sanki. Beyaz gülü tuttu. Kanı bulaşmıştı o gülün yapraklarına tek tek yoldu yapraklarını. Hiçbir mimik oynamıyordu yüzünde. Ve boylu boyunca çizmeye devam etti. Son güle baktı uzunca sonra ona dokunmadı. Benim gibi yere çöktü.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
𝑲𝒂𝒓𝒂𝒉𝒊𝒏𝒅𝒊𝒃𝒂 𝑺𝒂𝒓𝒂𝒃ı |Yunho-Mingi|
Fiksi UmumVe o çok sevdiğim ses tonu ile fısıldamıştı. "Bana sen lazımsın, bir bardakta karahindiba şarabı..." Fısıldarken gözlerimi kapatmıştım. Ve yutkunmama engel olamadım. Ve kulağımdan uzaklaşıp nefeslerini dudaklarıma vermişti. Ben hâlâ gözlerimi açma...