*** Keyifli okumalar :) ***
Tüm algıları açıktı, gerçek bir avcıydı artık. Yalnızca avına odaklanmıştı, bir pars gibi usulca yaklaşmaktaydı. Gözleri, geyiğin otlamakta olduğu yerin biraz önüne kaydı, hamlesine başladığı aşamada ne kadar ileri gitmesi gerektiğini kestirmeye çalışıyordu. Kabaca bir hesap yaptı kafasında, bu mesafeden açığa çıkmadan daha fazla yaklaşamazdı hayvana, hamle yapmak içinde fazla gerideydi. Ancak yüksek bir yerden aşağı doğru bir hamle yapabilirse; hayvanı, kılıç menzilinde tutabilecekti, gözü hemen yandaki uzun meşe ağacına ilişti. Hızla planını şekillendirip kafasında son hesaplarını da yaptı.
Geyik iyice tedirgin olmuştu artık, başka bir yerde otlanmaya karar verdiği sırada çalıların arasından üzerine fırlayan ok gibi bir karaltıyı fark etti. Hızla arkasına dönerek, daha ikinci adımında müthiş bir hıza çıkacağı o ünlü kaçışını yapmaya başladı. Prados geyikleri hızlarıyla ünlüydüler, birçok kişi onların okla bile avlanamayacağını düşünüyordu. Tatlarıyla hızları doğru orantılıydı bu geyiklerin, her ikisi de baş döndürücüydü.
Tung üç adım attı, önce sağı ile en az beş metre ileri fırladı, sol ayağıyla dengesini buldu, tekrar sağ adımını bütün gücünü üst baldırında toplayarak attı ve geyiğe doğru değil ağaca doğru sıçradı. Üç metre kadar üstteki ikinci dalı yakaladı ve tek eliyle kendini yukarı çekip altındaki dala bastı, sonra da tüm ağırlığını öne vererek geyiğin üzerine uçtu, aynı anda da boştaki eliyle kılıcını havada çekti. Dalı tutan elini de bıraktığında yeterli yükseklikten geyiğin üzerine düşüyordu.
Adeta bir hava saldırısı kurgulamıştı Tyruslu. Geyik ne kadar hızlanırsa hızlansın, Tung kendi enerjisini onu kovalayarak harcamayacaktı; doğa, kovalama işini kendisi yapıyordu artık. Yer çekimini kullanıyordu şimdi, kendisi sadece kılıca ve geyiğe vuracağı yere odaklanmıştı.
Geyik, yine de olağanüstü bir hızla sıçradı, Tung yere yaklaştığında mesafenin kılıç boyunun üzerinde açılıp açılmadığını düşünüyordu. "Zaten eğer bu tuzağı alt edebilecek kadar hızlanmışsa yaşamayı da hak etmiştir." diye düşündü. Kaldırdığı kılıcını vurabildiği kadar sert ve gidebildiği kadar uzağa indirdi. Geyik az daha kurtuluyordu darbeden, son anda bacağının arka kısmında bir yarığı ancak oluşturabilmişti Tung.
Yere çömelmiş biçimde düştü ve yüksekliğin etkisiyle iki – üç kez yuvarlandıktan sonra ancak durabildi. Bu sırada kaybettiği zamanda, geyik de arayı epeyce açmıştı. Bir bacağı yaralı da olsa halen normal bir geyik kadar hızlıydı, yine de o doğaüstü hızı kalmamıştı. Av başarılı olmamıştı, yine de geyiğin en önemli özelliğini törpülemişti Tung. Artık o da sıradan bir geyik kadar hızlıydı.
Tam bu sırada otların arasında, ancak hassas kulakların duyabileceği bir çıtırtı duydu. Ses, o kadar ufaktı ki, ya çok küçük bir şeyler dolaşıyordu orada, ya da takipçisi, kendisi gibi sinsice yaklaşmakta olan bir avcıydı. Tung, sesin azlığına bakarak böylesi mükemmel bir avcının buralarda bulunamayacağına kanaat getirerek ilkine ihtimal verse bile yine de tedbirli olmakta yarar vardı. Olduğu yerde durdu, bir yandan da gözü atık iyice uzaklaşmış olan geyikteydi. Hızla arkasını döndü ve kılıcını çalılara doğru savurdu, bir hamlede yarım metrelik çalılığın üstünü yarı yarıya biçti.
Çığlık bile atamamıştı Daria, sessizce çömelmiş kalmıştı olduğu yerde. Gözlerinde korkuyla titreşen iki gözbebeği, o kadar açılmıştı ki Tung bir an kızın yüzünün sadece gözlerden oluşmuş olduğunu düşündü. Yavaşça kızın üzerine doğru eğildi ve titreyen kolundan tutup kaldırdı. Kız yaprak gibi titriyordu. Tung:
-"Ne yapıyorsun burada! Az daha zarar görecektin, sana beklemeni söylemiştim."
Kız titremekten konuşamıyordu, büyük mavi safir taşları gibi iri iri açılmış ve bu haliyle Alback'ın gözlerinden farkı olmayan lacivert gözlerini Tung'a dikerek:
-"Ben... Ben... Şey... Yiyecek bir şeyler bulurum diye... Şey..."
Daria'nın korkusu, Tung'a çok ilginç gelmişti. Kız sanki ölecek gibi titriyordu, hayatında bu kadar korkan başka birini görmemişti. Ölümün kıyısına gelen insanlar görmüştü, onlar bile bu hale gelmiyordu. Tamam, kızın başının üzerinden kılıcını geçirmişti, ölebilirdi. Yine de bu kadar titremesi, çok tuhaftı, en baskın duygusunun tam zıddıydı. Kendisinin aynadaki yansımasını görüyordu sanki: kendi güçlü, bu kız güçsüz; kendi öfkeli, bu kız korkan; kendi erkek, bu kız...
Daria, lacivert gözleriyle kendisine bakarak halen titremekteydi, onu küçük bir hayvana benzettiğini anımsadı Tung. Gülümsedi, bir fare kadar ancak ses çıkarabiliyordu. Usulca belinden tutup kendisine çekti kızı, sırtından göğsüne doğru bastırdı ve sarıldı. Kıza karşı gerçekten garip bir yakınlık hissediyordu, bunda şehvet yoktu, duygusallıkta yoktu aslında. Sadece korunması gereken çok değerli bir şeyi korumak gibiydi, o an ne olursa olsun onu korurdu. Bunu da kıza göstermesinde bir sakınca yoktu. Kız da ona sarıldı ve hıçkırıkları azalana kadar o şekilde biraz beklediler. İlk kez yapıyordu böyle bir şeyi, karşı cinsten birine, hiç bir art niyet taşımaksızın, sırf onu sakinleştirmek için sarılacağını rüyasında görse inanmazdı.
Biraz sonra aklına kaçan geyik geldi Tung'un, kızdan yavaşça ayrıldı. Daria da artık kendine gelmişti, daha normal bakıyordu. Gözbebeklerinin içinde gezinen hüzün parçaları, halen yerinde duruyordu ama zaten Daria'nın da en büyük özelliğiydi bu. Tung kıza gülümsedi ve:
-"Sanırım geyiği kaçırdık. Yenisini arayalım. Beni dinleyip usluca beklemeyeceksin anlaşılan, o zaman bana yardım et, daha kolay yaparız bunu. Sen iyi misin?"
Kız cevap vermek yerine sadece olumlu anlamda başını salladı. Kocaman lacivert gözlerini Tung'a dikti ve öylece baktı. Adamın hafif serzenişli ama yumuşak konuşması hoşuna gitmişti kızın. Korkusu azalmış gibiydi sanki, Tung'a daha güvenli bakıyordu. Ürkekliğiyle karşısındaki kolaylıkla etkiliyordu kız. Tung, onun bunu bilerek yaptığını sanmıyordu tabii ama yine de bu sonucu değiştirmiyordu.
Kızın kolundaki elini biraz daha gevşetti, yavaşça aşağı doğru kaydırdı. Önce bileğine, arkasından da avuçlarının içine düştü eli. Kız da sanki bunu bekliyormuş gibi kafese giren kuşu avlarcasına avucunu kapatıp Tung'un eline kavradı. Tung bir an şaşırdı, elini hızlıca çekmek istediyse de hemen kurtaramadı kızın avuçlarından. Tam bu sırada da göz göze geldi kızla, Daria çekingen bir tonda:
-"Biraz böyle yürüyebilir miyiz? Ağabeyim ben ne zaman korksam elimden tutar. Sakinleştiriyor beni."
Tung ne diyeceğini, ne yapacağını şaşırmıştı, kızı reddetmek istemiyordu. Ama az önce el ele tutuşmakla ilgili söylediklerinden sonra bunu yapmak, kendisine garip geliyordu. Sanki birileri içinden kendisine kahkahalarla gülüyordu. Seslice yutkundu ve içindeki sese bir "Kapa çeneni!" yolladı, sonra da kızın avuçlarının tuttuğu elini diğer elin üzerine kapayıp yürümeye başladı.
Kızın eli, adamın avuçlarında kaybolmuş gibiydi, boy farkı yüzünden de arkasında adeta sürükleniyordu. Yine de halinden memnun gibi görünüyordu, cidden sakinleşiyordu. Tung'un da hoşuna gitmemiş değildi böyle yürümek, ilk kez yaşadığı bir deneyimdi, tıpkı Lea'nın ki gibi. Kıza gözünün kenarıyla baktı, sonra yüzünde aptal bir gülümsemeyle önüne dönüp adımlarını biraz daha hızlandırdı. Garip şekilde Lea'nın nasıl hissetmiş olabileceği sorusu geldi aklına. O da garipsemiş miydi acaba bunu? Beyninde çakan cümleyle irkildi:
-"Kendine gel. Yine yumuşuyorsun."
Toparlandı genç adam, haklıydı, diğeri. Kendisini ne zaman bıraksa sünepe bir romantiğe dönüşüyordu. Bu ahmaklığı artık bırakmalıydı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Lanet & Armağan
FantasyOndan aman dileyemezsiniz... Çünkü zaman ve derman bulamazsınız! Onun karşısında duramazsınız... Çünkü kılıcından akan kızıl kan, sizin kıymetli kanınızdır! Ondan kaçamazsınız... Çünkü öfkesi gözünü kararttığında, sizin zavallı hayatlarınız için...