Vraksim, her zamanki sahtekâr gülümsemesini yüzüne kondurduysa da; ifadesi, bu sefer kaymış bir maske gibi duruyordu. Adamın yüzü bembeyazdı, kendilerinden iki belki de üç gün önce gelmiş oldukları düşünüldüğünde hala etkisinde kalabileceği kadar önemli bir haber aldığı anlaşılıyordu. Alback merakla yaklaştı:
-"Vraksim! Hoş geldin, seni yeniden burada görmek çok güzel. Kafilenin geri kalanını bekleyeceğini sanıyordum. Neler oluyor?"
O da prense bakıp gülümsedi:
-"Siz de hoş geldiniz prensim. Çok fazla şey oldu, size anlatmam gereken çok şey var. Zırhınızı hiç çıkarmayın, annenizi de bir görün, sonra hemen çıkmalıyız. Babanızı fazla uzaklaşmadan yakalayabiliriz belki."
Sonra Tung'a döndü:
-"Size gelince genç adam... Öncelikle sen ve arkadaşında hoş geldiniz, ayrıca Stear'ı da aramana gerek kalmadı, o sizin ayağınıza geldi. Kralımın yanında o da, biraz dinlendikten sonra siz de bizimle gelebilirsiniz. Stear da sizi görmeyi kabul etti."
Lea, bir anda içinde bir şeylerin kıpırdadığını hissetti. Bacakları titriyordu, nefesinin azaldığını fark etti. Babasını görecekti, onu babası gibi hissetmiyordu, daha önce hiç görmemişti ama baba diyebileceği birisi olması ve kısa bir süre sonra onunla konuşabilecek olması başını döndürüyordu. Oturabileceği bir yerler aradı genç kız, Vraksim'in kendisine baktığını o sırada fark etti:
-"İyi misin, oturmak ister misin? Nasıl da unuttum. Yaralısın sen, ayakta fazla durma. Zaten zor bir yolculuk yaptın."
Kız, baş vezire gülümseyerek baktı. O sırada gözleri kendisini korkan bakışlarla izleyen Vivien ile çarpıştı. Kadın, çok şey söylüyordu gözleriyle, yaşadıkları o mahrem anın tadı da gözlerin içindeki pırıltılarda oynaşmaktaydı, iki – üç gün içinde iyileşip hayatında görmediği bir savaşçıya dönüşmesi de... Şaşırıyordu kendisine bakarken kadın, ne hissedeceğine karar veremiyordu. Uzak durması gereken tehlikeli bir yaratık mıydı, yoksa dokunduğu bembeyaz tenin altında yanmakta olan güneşin çekimine şehvetle kapılacağı, çok güzel bir dişi mi, bir türlü çıkaramıyordu. Karasızlığı yüzüne de yansımıştı:
-"O gayet iyi Vraksim. Beklediğimden de hızlı iyileşti. Tabi buna iyileşmek denirse! Sanki yeniden oluştu."
Cümledeki imayı anlamazdan geldi Lea:
-"Evet, kendimi çok iyi hissediyorum. Vivien'in şifa yeteneğine borçluyum bunu, nasıl teşekkür edeceğimi bilemiyorum..."
Vivien, yanakları pembeleşerek gülümsedi:
-"Ettin bile zaten tatlım, daha fazlası beni sana borçlandırır."
Lea'nın da kızarması, Vraksim'in kuşkulu ve Tung'un boş gözlerinden kaçmadı, yine de Tung konuyu değiştirme gereği duydu:
-"Stear neden buraya gelmiş? Cylexlerden mi kaçıyor?"
Vraksim, hızla etrafa göz gezdirdi ve Daria'ya gelince durdu:
-"Bunları daha sonra konuşuruz. Şimdi birkaç dakika, prens annesini görünceye kadar istirahat edin, bir süre bunu yapmaya zaman bulamayabilirsiniz."
"Bu kadar ciddi demek ki durum" diye düşündü Tung, sonra arkasını dönüp sarayın geniş balkonuna doğru hareketlendi. Tung ile yalnız kalma şansı bulmuştu Lea, gidip ona neler olduğuyla ilgili konuşabilirdi. Cevap verir miydi, pek ümitli değildi. Yine de şansını denemeye karar verdi, sarayın taş zemininde yankılanan ayak sesleriyle balkona doğru hareketlendi.
* * *
Tung, tüm şehri ve az ilerisindeki ormanı tepeden gören sarayın büyük ve geniş balkonunda, etrafı gözünü bile kırpmadan inceliyordu. Her detayı kafasına kazıyordu, tüm taktik ve stratejiler kafasından, hareket için can atan kaslarına doğru akıyordu gibiydi. Bir şeylerin burada sonlanacağı gibi bir his vardı içinde, lanetiyle ilgili en kilit rolü oynayacak adamı bulmuşlardı sonunda. Sürgün prens Stear! Şimdi ondan öğrendikleriyle neler yapacağından çok, başka bir şey düşünüyordu içten içe: Bu lanetten, gerçekten de kurtulmak istiyor muydu?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Lanet & Armağan
FantasíaOndan aman dileyemezsiniz... Çünkü zaman ve derman bulamazsınız! Onun karşısında duramazsınız... Çünkü kılıcından akan kızıl kan, sizin kıymetli kanınızdır! Ondan kaçamazsınız... Çünkü öfkesi gözünü kararttığında, sizin zavallı hayatlarınız için...