Ufak sandal, bir o yana bir bu yana sallanmaktan artık yorulmuştu. Taşıdığı dört kişinin ağır yükü de yaşlı sandala yeterince ıstırap veriyordu, o da bunu çıkardığı tuhaf gıcırtılarla belli ediyor ve kullanıcısına gerekli mesajı vermeye çalışıyordu.
Sandal sonunda durduğunda Kral Phereas, yolculuğun artık sonuna geldiğini anladı. Çevik bir hareketle sandaldan atlayarak diz kapaklarının hemen üzerine kadar gelen suyun soğukluğunu hafif bir ürpertiyle hissetti. Hemen arkasından suya atlamaya çalışan yakın muhafızlarına basit bir el hareketiyle sandalda kalmaları gerektiğini biraz sertçe anlattıktan sonra, sanki suda değilmişçesine büyük bir rahatlıkla ilerlemeye başladı.
Kralın kendilerini yanına almaması, şövalyelerin canını sıkmış olsa gerek; ikisi de huzursuzlukla kıpırdandı. Küçük yaştan beri hayatlarını, krala adamış olan bu savaşçılar; büyülü olduğu söylenen bu mağaraya, yüce krallarını tek başına göndermeye hiç razı değillerdi ama kral, onlara bir emir vermişti. Kelimelerle ya da hareketle olmasının bir farkı yoktu, onlar için emir emirdi. Beğenmeseler de fark etmezdi, onlar beğenmek için değil itaat etmek için eğitilmişlerdi.
Phereas, mağaranın duvarlarına kadar geldiğinde bacaklarındaki dermansızlığı fark etti. Bir süredir vardı bu zayıflığı, yani buz gibi suyun içinde yaptığı üç dakikalık yürüyüşle bir ilgisi yoktu. Derin bir nefes aldı genç kral, tüm ciğerlerini oksijene boğmak istercesine. Çok küçük yaşta yüklenmişti omuzlarına ulusunun kaderini. Babası öldüğünde sadece on dört yaşındaydı ve halkının başında Kursk belası varken, bu zor görevi nasıl yerine getireceğini, ne kendisi ne de babasının hayatta kalan son özel danışmanı Leroy biliyordu.
Leroy, onu iyi yetiştirmişti. Adam, babasının en takdir ettiği veziri ve kendisinin hocasıydı. Neredeyse o büyütmüştü Phereas'ı, babasından çok onun yüzünü görmüştü ve sadakatinden, kendisine olan sevgisinden zerre kadar şüphe etmiyordu. Zaten o değil miydi Kursk'lar konusunda yardım almak için kendisini bu tuhaf yere gönderen?
Yaşlanıyordu artık Leroy, boş ümitlere kapılıyor, kendisini de bu saçmalıklara sürüklüyordu. Bu kadar yakın olmasalar, reddedip sesini kesmesini sağlayabilirdi ama sonuçta hem hocası, hem baş danışmanı, hem de babasından ona kalan, Phreal ile birlikte son yadigârdı.
Phreal; babasının kılıcı, ona da kendi babasından kalmış olan, kılıçtan da öte sanki nefes alan en yakın silah arkadaşı ve tüm Priest halkının en güçlü ve sadık koruyucusu. Görkemli metalin sedef işlemeli kabzasına dokundu. Bunu yapmak, küçüklüğünden beri onu rahatlatır ve kendisini güvende hissettirirdi.
On iki yaşındayken vermişti babası ona, "Bu seni gerçek bir kral yapacak evlat. İsmi Phreal, Priest'in kalbi demek. Tıpkı senin adının Priest'in ruhu demek olduğu gibi. Bu adı unutma, çünkü bir gün, ulusumuzun kaderini senin güçlü avuçlarına ve Phreal'ın yazgısına bırakacağım."
Tüm bu düşünceler, zaten dermansız olan bacaklarındaki yorgunluğu, sanki bir kat daha arttırmış, kralın mecalini iyice tüketmişti. Ayakta bile zor duruyor, takatsizlikten yere yığılmamak için kendini zorluyordu. Hala gençti, daha otuz bile değildi yaşı, ama on dört yaşında tahta çıktığından beri ulusunu bir arada tutabilmek için kıyasıya savaşıyordu. Kurskların yaptıkları yağma baskınlarına direnmek için karşısına çıkan her fırsatı kullanıyordu. Ama artık ordusunun gücü de buna yetmiyordu.
Müttefikleriyle ayrı düşeli çok olmuş, tek başına ülkesini refaha kavuşturmak için elinden geleni yapmıştı, ama bilim ve sanatta çok ileri gitmelerine rağmen bir türlü Kursk saldırılarına engel olamamış, her saldırıda da ülkesi ve medeniyeti geri gitmişti. Şimdi son umudu, ülkesinin hemen yanı başındaki kutsal denizin tam ortasındaki bu küçük mağarada yaşadığı söylenen bir periden isteyebileceği yardımdı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Lanet & Armağan
FantasíaOndan aman dileyemezsiniz... Çünkü zaman ve derman bulamazsınız! Onun karşısında duramazsınız... Çünkü kılıcından akan kızıl kan, sizin kıymetli kanınızdır! Ondan kaçamazsınız... Çünkü öfkesi gözünü kararttığında, sizin zavallı hayatlarınız için...