Bölüm 10: Kaçak Prens

1K 102 6
                                    

Gece yarısı olduğunda kızın gözleri aralanır gibi oldu. Zifiri karanlık havayı görünce, uyku ile geçirebileceği bir zaman diliminde olduğunu anladı ve hem bedenini, hem de ruhunu yeniden tatlı uykuya teslim etti. Deliksiz bir uykunun arkasından gelen sersemlik, uykuya yeniden dalmadan hemen önce kızın beynini şöyle bir burdu, ama Lea bunu önemsemedi.

Kulaklarına gelen belli belirsiz nal seslerini de aynı sersemliğe yordu, ama gitgide daha da yaklaşmakta olduklarını fark ettiğinde zıpkın gibi fırladı yerinden. O kadar hızlı kalkmıştı ki, bir an başı döndü ve sendeledi. O sırada burnunun dibine kadar gelmiş olan atla göz göze geldi. Atın üzerinde oturana doğru çevirdi deniz mavisi gözlerini, aynı anda da kılıcına doğru elini uzattı.

Geniş omuzları, attan tamamen taşan, yine de kaslı kollarını tamamen açıkta bırakan zırh sayesinde dengede durmakta bir sıkıntı çekmediği, rahat bakan gözlerinden okunan bir adam, kendisine neredeyse sempatiyle bakıyordu. Kız, kılıcının yerinde olmadığını da anlamasıyla, bu sempatik bakışın sebebini anladı, olmayan bir şeyi aranıyor gibiydi.

Etrafına bakınmaya başladığında, kaçış için geç kaldığını anladı. Onlarca atlı, etraflarını çepeçevre sarmıştı ve kadınlarla çocuklarda dahil olmak üzere tüm köy halkını gece uykularındayken ele geçirdiklerini gördü. Gözleri aramayı sürdürüyordu, ne aradığını geç de olsa fark etti: yanındaki adam neredeydi?

O sırada geniş omuzlu adam, üzerinde belki de Lea'nın kendisinden daha ağır bir zırh taşıdığı halde, hiç zorlanmadan bir sıçrayışta atından indi ve kızın önünde diz çöktü:

-"Leydim. Bu küçük yerde böyle bir güzelliğin gizli olduğunu bilseydim, buraya gelmek için bir barbarın peşine düşmeyi beklemezdim. Tanrılar adına siz gerçek bir insan mısınız? Yoksa savaş tanrısının gönderdiği bir hediye mi?"

Lea, adamın kimi kastettiğini ve handaki kızın sözlerini anımsayınca aradaki bağı hemen kurdu. Biraz zaman kazanmalıydı. Öfkeyle soluyarak:

-"Siz de kimsiniz?"

Adamın yüzündeki talepkâr gülümseme derinleşti. Zaten dimdik olan sırtını, biraz daha dikleştirdi. Omuzlarını kızın gözüne sokmak istercesine:

-"Benim adım Brox. Paralı askerim, tıpkı adamlarım gibi. Size karşı kendimi bile savunamayacak hale düştüğüm için silahınızı almak zorunda kaldım güzel leydim. Bana adınızı bahşeder misiniz?"

-"Kılıcımla yüzüne kazımayı tercih ederim. Şimdi, arkadaşım nerede?"

-"Arkadaşınız? Burada sizin arkadaş olabilecek kadar etkileyici bir insanla karşılaşmadım. Sadece köylüler ve ilerideki evde askerlerimin bulduğu bir barbar. Hım, sanırım ondan bahsediyorsunuz, öyle bir barbarla arkadaş olduğunuza, açıkçası üzüldüm. Büyüleyici güzelliğinizi, ancak onu hak edecek kadar asil olanlara lütfetmelisiniz."

Lea, bir an duraksadı. İş ciddi görünüyordu, üstelik yardım alabileceği birileri de görünmüyordu etrafta. Demin garip şekilde "arkadaşım" dediği henüz adını bile bilmediği adamın savaş konusundaki becerisini bilemiyordu, her ne kadar handa gördüğü kadarıyla umut vaat etse de şu an buna güvenemezdi. Bulması gereken birisi, yapması gereken yığınla iş varken şimdi bir de bu paralı askerlerle uğraşmak istemiyordu. Mavi gözleri hala ondan bağımsız çalışıyor, etrafta genç adamdan bir iz arıyordu. O sırada kulübelerden birinin kapısı açıldı ve Tung, içeriden yavaş ve emin adımlarla neredeyse salına salına dışarı çıktı. Uyuyor olduğu anlaşılıyordu, gözlerini ovuşturuyordu ve vücudunun üstü tamamen çıplaktı. Kararını verdi, adamı da kurtaracaktı kendisiyle birlikte, neden olduğunu bilmiyordu ama kendini bu garip adama bağlanmış hissediyordu.

Lanet & ArmağanHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin