-"Biliyor musun barbar, fikrimi değiştirdim. Sana süre falan vermiyorum, hemen söyleyeceksin bana seninle birlikte olan yandaşlarını. Koskoca bir şehirden, kimlerle birlikte haraç aldığını, dün gece yaptığınız katliamı... Hepsini istiyorum. Bana söyleyeceksin ve bende senin ölümünü kolaylaştıracağım. Aksi takdirde aklına bile gelmeyecek işkencelere hazır ol."
Sağ dizinin üzerine çökmüş ve sol bacağını da kırarak öne doğru uzatmış bir şekilde, derin derin nefesler alıyordu Tung. Ne yapması gerektiğini sağlam kafayla düşünmeliydi ve bir plana şiddetle ihtiyacı vardı. Dışarıdaki kızın bir şansı olabilirdi belki, o zamana kadar sesini çıkarmamalı, adamın sinirlerini gerecek sözlerden kaçınmalıydı. Bunun için her şeyden önce, acil gereken plandan da daha önce, derin nefeslere ihtiyacı vardı çünkü kaşındaki seğirme yine tehlikeli bir boyuta ulaşmıştı. O anda ilginç bir biçimde eğer değişirse zincirleri kırıp kıramayacağını merak etti Tung. Sonra da bunun saçmalığını düşünüp kendi kendine güldü. Brox öfkeyle:
-"Ne gülüyorsun aptal! Sen kendini ne sanıyorsun? Seninle işim bittiğinde bana seni öldürmem için yalvaracaksın aşağılık herif!"
Tung sakinleşmişti artık. Kendi bile zor duyabileceği bir sesle:
-"Tek başınaydım. Tüm saydıklarını tek başıma yaptım. O anki suratını görsen, bana inanırdın. Şu anda bile korkudan titriyorsun ve tek başıma olmadığıma inanmayı deli gibi istiyorsun ama aslında bunun doğru olduğunu sen de biliyorsun. Yine de seninle işim yok, kendi kaderimin peşindeyim, aslında hiçbiriniz umurumda değilsiniz. Bu yüzden bırak, gideyim."
Brox, şaşkınlığını gizlemek için çabalarken, adamın son cümlesi, bu adamla ilgili aklındaki işkence fikrini daha parlaklaştırdı:
-"Demek kimse umurunda değil. Peki ya şu mağaranın önündeki güzel kız? Çadırımda beni bekliyor, muhtemelen çıplak. Nedimelerim onu benim için hazırlamışlardır. Belki bu ilgini çeker ha? Tabi onu da umursamıyorsan o başka!"
-"Bir insan aynı anda, hem buranın girişinde olup hem de çadırda çıplak bir şekilde nasıl seni bekleyebiliyor? Acınacak haldesin yaşlı adam. Asker olduğunu sanıyordum bir de..."
Brox'un gözleri, öfkeden ateş gibi parlıyordu adeta. Kılıcı yanında olsaydı, bu adamı şuracıkta öldürür, hayır sadece öldürmez, kafasını da keserdi. Yine de durabileceğini sanmıyordu, öfkesi onu kudurtuyordu.
Yanındaki korumalardan birinin elindeki kamçıyı çekip aldı, önce kolunu, sonra da bileğini kullanarak usta bir açıyla savurdu. Kamçı, mağaranın içindeki alacakaranlık havayı yaran bir ıslıkla, Tung'un tam sağ omzunun üzerinde patladı. Kauçuğun uzun ucu da sağ omzundan sırtına kadar olan bölgeyi adeta biçti. Kızıl kanların, loşluğa rağmen havaya dağılışını görebilmişti, ürpertisine engel olamadan titredi.
Müthiş bir yanma hissetmişti önce Tyruslu, peşi sıra gelen sızlama ve acıma hisleri birbirine karışmış, seğirme yeniden ve daha hızlı bir biçimde başlamıştı. Canı müthiş yanıyordu genç adamın ve az önce zincirlerle ilgili merak ettiği sorunun cevabını bu hızla giderse birkaç saniye içinde öğreneceğini düşünüyordu. Gerçi içinde bulunduğu durumda eğer o zincirler koparsa yapacakları için bu sefer üzülmeyecekti, bunu biliyordu. Tek istemediği şey, dışarı çıktığında herhangi bir esir ya da Lea ile karşılaşmaktı, onun dışında omzundaki giderek yükselen yanma hissine neredeyse minnettardı.
Brox, korkusunu yenmek için öfkesine sığındı. Bir kez daha kamçıyı kaldırmıştı ki, adamlarından birisi koşarak yanına geldi ve bir şey söyleyecekmiş gibi tam önünde durdu. Brox, alev alev yanan gözlerini adama çevirdi, neredeyse öfkeden kudurmuştu. Asker, yavaşça Brox' un kulağına doğru eğilerek:
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Lanet & Armağan
FantasíaOndan aman dileyemezsiniz... Çünkü zaman ve derman bulamazsınız! Onun karşısında duramazsınız... Çünkü kılıcından akan kızıl kan, sizin kıymetli kanınızdır! Ondan kaçamazsınız... Çünkü öfkesi gözünü kararttığında, sizin zavallı hayatlarınız için...