Telefonunu eline alıp son arananlar listesinden rastgele bir numaraya bastı bakmadan. Sürekli konuştuğu üç arkadaşından başkasına ait olmayacağına emindi. Telefonu kulağına götürüp çağrı seslerini saymaya başladı. İlk çağrıdan sonra telefon açıldı.
"Efendim Beomgyu?"
"Müsait misin?"
Müsait olmasa bile müsaitim diyeceğini biliyordu beomgyu. Soobin böyle biriydi. Kendisinin önüne koyduğu arkadaşları vardı ve ne olursa olsun önceliği her zaman o arkadaşları oluyordu.
"Müsaitim tabi. Son sınavımı az ömce verdim. İstersen yanına geleyim eve dönüyorum zaten."
"Hayır ev dağınık gelme."
Soobinden gelen kıkırtılarla beomgyu da gülmüştü. Evinin dağınık olmadığını olsa bile umursamayacağını ikiside biliyordu ama yalnızlığı evi gibi benimsemiş bir insandı beomgyu.
"Tamam gelmiyorum. Neden aradığını söyle bari de yardımcı olayım."
Beomgyu lafa gireceği sırada, soobinin başka birisitle konuştuğunu duydu. Yolda biriyle selamlaşıyordu muhtemelen.
"Beomgyu sana baharatlı kahve aldım."
"Baharatlı kahve mi olur be, marketten klasik al gel bitti zaten benimki."
"Dur konuyu dağıtma, laflamak için mi aradın beni yoksa bir şey mi oldu?"
"Yarığı nereye açayım?"
"Neyi nereye açayım?"
"Yazdığım kitap. Taehyun zamanı büktü, yarığa girdi ama yarığı ailesinin evine mi açsam yoksa ölen insanların olduğu başka bir evrene mi karar veremedim."
Uzunca bir süre ses gelmedi telefondan. Ciddi anlamda sayabildiği üç yüz altı saniye geçmişti.
"Sanırım ben başka bir evrene açardım ama daha iyi yardımcı olacak birini biliyorum."
Konferans yapıp kai veya yeonjun'u ekleyeceğini anlamıştı. Şanslıysa eklenen kişi yeonjun olurdu.
"Soobin şu an inanılmaz önemli bir işim var eğer önemliyse hemen söyle."
"Yeme beni kai. Senin ne önemli işin olabilir ki?"
"Ne için aradın onu söyle."
Beomgyu kapısından gelen seslerle kapıya gidip dürbünden dışarı baktı. Az önce çok önemli bir işi olduğunu söyleyen arkadaşının önemli işi, elinde tel tokayla çelik kapıyı açmaktı. Oturma odasıma geri gidip konuşmaya başladı.
"Zili çalsan da içeri alabilirdim seni kai."
Cümlesini bitirir bitirmez çalan zille başını iki yana salladı.
"Şimdi asla içeri almam seni salak çocuk. Ayrıca ne yapmam gerektiğine karar verdim. Teşekkür ederim ikinize de ve sen evimden uzak dur kai."
Telefonu üzerlerine kapatınca kapının dışından bağırma sesi duydu.
"Başka bir evrene falan açma ailesinin yanına aç. İntikamını alsın, kendini kanıtlasın. Kapıyı açarsan muhteşem fikrlerimden yararlanabilirsin."
Kapıdan gelen sesleri umursamayarak mutfağa gitti. En sık kullandığı rafı açtı. Toz kahveleri bitmişti. Granül kahveleri için süt tozu kalmamıştı. Meyveli kahve için ne vişnesi ne de portakalı vardı. Şekerli ve ya romlu kahve de içmek istemediği için kahve demlemektem başka çaresi kalmamıştı. Gereksiz vakit harcadığı şeyleri sevemiyordu.
Kahve demleyip bilgisayarın başına gitti. Kai'nin haklı olduğunu düşünüyordu. Şu ana kadar yazdığı karakterin kendisini kanıtlamasına asla izin vermemiş aksine açıklanmayacak olaylar yazmıştı durmadan. Şimdi ailesinin yanına portalı açmalı ve ona izin vermeliydi.
Ellerini klavyede gezdirmeye başlayınca dış dünyaya kendini soyutlamaya çalışıyordu. Evinin kapısından gelen büyük sesle yerinde zıpladı. Kapısına birisi kafa göz dalmış olmalıydı. Kapıda hala arkadaşının olduğunu düşünüyordu. Sinirle kapıya doğru yürümeye başlamıştı.
Apartmanda yaşayan insanların en ufak şikayetinde kovulma tehlikeleri olmasına rağmen Kai her seferinde bir şeyler yapıyor, insanları rahatsız edip sonrasında ise nasıl yaptığını kimsenin anlamadığı bir şekilde insanları ikna ediyordu. Her zaman bunu aynı şeye bağlıyordu.
"Kimse Kai kamal huening cazibesine dayanamaz." diyordu.
Bir bakıma haklı sayılabilirdi. Arkadaşı alışılmışın dışında yüz hatlarına sahipti. Keskin çenesi, hafif çıkık burnu küçük çenesi ve büyük gözleriyle orantısızlığın muhteşem oranına sahipti. En cezbedici noktası ise şüphesiz boynundaki belirgin beniydi. Defalarca okul ortamında "Boyundan öpmek zaten yeterince etkileyici bir şeyken, tam beninden öpmek sanırım mükemmel olurdu." diye denildiğini duymuştu. Bunu arkadaşına söylememişti çünkü söylerse havasından geçilmeyeceğini biliyordu.
Kapıyı sertçe açıp bağıracağı sırada beklediği kişiyi görmedi. Yere yığılmış bir yabancıydı gördüğü. Beomgyu hemen eğilip yabancının yüzüne baktı. Nefesi düzenli ama gözleri kayıktı. Bayıldığını anlamıştı ama bir yabancının ikinci kata gelip tam da kapısının önünde bayılmasını garip bulmuştu. Tekrar ayağa kalktığında gördüğü tek şey turuncu saçlardı.
Yığılı bedeni kucaklayıp içeriye taşıdı. Koltuğa yatırıp öylece başında durdu. Yanlış bir şey yapmaktan korktuğu için soobini aramak istedi. Telefonuna bakınırken duyduğu mırıltılarla başını salonundaki yabancıya çevirdi. Başına gidip yanına oturdu. Gözleri yavaş yavaş aralanırken dikkatle baktı beomgyu.
Karşısındaki yabancı gözlerini açmış bakışlarını etrafında gezdirmiş ve sonunda kendisine bakmıştı. Saniyeler içinde yabancının kocaman olmuş gözleriyle bakışıyordu beomgyu.
"Sen gerçek misin?"
Sorduğu sorunun ardından ellerini uzarıp beomgyu'a dokunmaya çalıştı yabancı. Beomgyu sorduğu soruyu anlanmalandırmakta zorlansa da konuşmanın devamını merak ediyordu.
"Doğruyu söyledin. Bana yarfım edeceğini söylerken yaşan söylemedin."
"Ben mi sana bunları dedim?" diye cavpladı beomgyu.
"Evet rüyamda demiştin. Hatta rüya sayılmaz bile uyanık olduğumun bilincindeydim."
Beomgyu hala kararsız gözlerle bakınca ellerini kaldırdı karşısındaki beden. Şu an tanımıyor olabileceğini düşündü belki de çok yorgundur diye kendini avutuyordu içten içe.
" Ben Kang Taehyun. Beni tanımıyor musun? "
Billie marten harika birisin...
Çok uykum var iyi geceler.
Kendinize iyi bakın. Rüyanızda peri görün 🧚♀️🧚♀️
ŞİMDİ OKUDUĞUN
WRİTER |TAEGYU |
Fanfiction"Yazdığın kitabın karakteriyim de ne demek?" "İstediğin her şeyi sor. Seni ben yazdım. Ben seni mutsuzluğa sürükledim. Özür dilerim "