Bacağını uzatınca ancak hissedebildiği uyuşuklukla kaç saattir öylece oturduğunu hesaplamaya çalıştı kendince. Vücudu soğuk havayı üzerinde yaşatıyor gibiydi. İçeri girdiği andan beri kapıya sırtını yaslamış ve oturmuştu yere. Hiç hareket etmeden sadece durmuştu.
Bazen kafasını bedeninden ayırıp atmak istiyordu. Her vücudun en çok yorulan bölgesi farklı olurdu. Annesinin bacakları çok hassastı mesela. Beş kat merdiven çıksa bile gece ağrıdan uyuyamazdı. Babasının ise sol omzu aynı şekildeydi.
Taehyun ise kafasından şikayetçiydi. Sonunu getirecek şeyin kendi düşünceleri olduğunu biliyor ama bundan vazgeçemiyordu. Her şeyi düşünüyordu. Bir işe başlarken tek yoldan gideceğini bilse bile yüz farklı yol üretiyordu beyni.
Hepsinin sonunu kötü bitirmesi de hayatın bir cilvesiydi ona karşı.
Ayağa kalkıp evi gezmeye başladı. Saçaklı halıların üzerinde tüy yumakları oluşmuştu. Koltukların mağazadan yeni alınmış gibi kabarık durması da evde yıllardır kimsenin yaşamadığını kanıtlar nitelikteydi. Sütün küflenebildiğini ise ilk defa masanın üzerinde biberondaki sütün yeşillenmesinden öğrenmişti taehyun.
Yıllar önce burada bir bebek doğmuş belki de karnını doyururken hastalık yüzünden ölmüştü.
Bazen seçilmiş kişi olduğunu düşünüyordu sahiden. Neden o kadar çocuk doğarken sadece kendisi izsiz doğmuştu anlamlandıramıyordu. Özel hiçbir yanı olmadığını biliyordu. Hatta çoğu insanın aksine oldukça sıradan birisiydi.
İçerideki toz tabakası yüzünden öksürmeye başladı. Tozlara karşı hassasiyeti vardı. Bir yer ne kadar pis olırsa olsun umrunda olmazdı ama en ufak toz parçası onu saatlerce öksürtebilirdi.
Koltuğun karşısına yerleştirilmiş televizyonun yanına gittiğinde çalıştırmaya çalıştı. Uzun zaman sonra ilk defa tüplü televizyon görmüştü. Çalıştıramayınca sinirlenmeyi bekliyordu ama şu an hisleri çok başkaydı.
Boğulan birinin çırpındıkça dibe battığını farkedip bunu yapmayı bırakması ama daha da dibe batmaya başlaması üzerine hissettiği çaresizlik gibiydi.
Bomboştu...
Uykusunun geldiğini bile esneyince anca anlamıştı. Bu durumda uyunur muydu bilmiyordu ama asıl garip olanın içinde olduğu duruma bu kadar çabuk adapte olması olduğunu anlaması o kadar da geç olmadı.
"Ne yapıyorum ben burada, neyden kaçıyorum sanki. O kişi ben değilim ki."
Mayışarak oturduğu koltuktan kalkıp dışarı çıktı koşarak. Gitmeli ve anlatmalıydı gerçekleri. Ülkesi neyle karşı karşıya olduğunu bilmeliydi. Bildiği tek polis merkezi evine yirmi dakika uzaklıktaydı. Oraya gitmek için yavaşlamaya karar verdi.
Hayatında ilk defa yavaşlamaya ve anın tadını çıkarmaya karar vermişti. Bunu çok yanlış bir zamanda yaptığının bilincindeydi ama ya dışarıda son kez rahatça yürüyebiliyorsam düşüncesi beynini kemirirken rahat olamıyordu.
Dev ekranlarda doğum günü kutlanıyordu. Durup baktı bir süre. Yolun tam ortasında büyükçe bir ekran, herkesin görebileceği bir büyüklükte. Altında ise "Mucize çocuk 19 yaşında" yazıyordu.
Gözleri dolmuştu. O bankayı soyan kişi kimdi, neden böyle bir şey onun üzerine kalmıştı bilmiyordu. Gözlerini kapatıp açtığında her şeyim rüya olmasını istiyordu.
Denedi.
Gözlerini kapattı sıkı sıkıya ama açtığında değişen tek şey ekrandaki yazı oldu.
Aynı fotoğrafın altında bu defa "Merkez bankasını soyan Kang Taehyun kayıplara karıştı. Gören kişilerin vatandaşlık sorumluluğunu yerine getirip bize ulaşması gerekmektedir" yazıyordu.
Sonunu bilmeden o karakola gitmeli miydi emin olamıyordu. Duyduğu tekerlek sesiyle gözlerini arkasına çevirdi. Eskici vardı. Hatta arabadakilere bakılırsa eskici hafif kalırdı, hurdacı denilebilirdi. Arabada gördüğü televizyonla adamı durdurdu.
"Bu televizyon iş görür mü?"
Adamın beyaz şaokasını kaldırıp dik dik baktı karşısındaki genç adama. Ellisine merdiven dayadığı beyazlamış sakaklarından belli oluyordu. O kadar temiz yerlerde yaşamadığı ise sakallarının arasında gizlenmiş olan çöp parçalarından anlaşılıyordu.
" Görür tabi. Eskici sandı herifin biri verdi bunu ama ne yapacağım ben bunu. İki yüze vereceğim şeyi beş liraya verip geleceğim."
"Ben alabilir miyim?"
"Ne kadar vereceksin?"
" İstediğiniz fiyat neyse verebilirim sorun değil."
Annesinin son anda verdiği paraya güveniyordu Taehyun. Yaşlı adam gözlerini arkadaki panoya çevirdi bir süre. Ekranda fotoğrafı oldukça belli olurken kaçmak istedi Taehyun. Sanki teslim olmak için evden çıkan o değilmiş gibi yüzünğ saklamak istedi.
"Beş lira kazancım da olmayıversin. Al şunu da gideyim ben artık."
Hırsız diye bahsedildiğini bildi haşde neden yardım etriğini anlamamıştı. Arkasına bakıp fotoğrafın durup durmadığını kontrol etti. Duruyordu hatta fotoğrafta giydiği ceketi şu an üzerinde olan ceketti.
"Zamanında o çocuğu bu kadar abartmasalardı şimdi ah vah etmezlerdi."
Adamın konuşmasıyla tekrar ona baktı Taehyun ama dediklerini anlamlandırmakta zorlanıyordu.
"Nasıl?"
"Panoya baktın ya onu diyorum. On dokuz senedir her hareketi olay oluyor. Çocuğa çocukluğunu yaşatmadılar o da şimdi burunlarından getiriyor işte."
"Hırsızlık yaparak mı intikamını alıyor yani?"
" O çocuk belki farkında değildir ama yıllardır etrafındaki herkes ondan bir şeyler çalıp duruyordu zaten. Şimdi onun sırası gelmiş anlaşılan."
"Doğruyu mu yapıyor yani sizce?"
"Bir sürü insanın parasını çalmak doğru değil. Ona yapılan yanlış vardı. O da yanlışla cevap verdi onlara. İki tarafında canı cehenneme. Birbirlerini bulmuşlar."
"Diğer taraf dediğiniz kim efendim?"
"Ülkenin hepsi. Herkes o çocuğun karşı safındaydı. En çokta krallık."
Yüzünü elleme ihtiyacı hissetti Taehyun. Adam onu nasıl tanmayabilrdi ki? Yüzünde maske ya da şapka bile yoktu ama canı cehenneme dediği çocuğun serbestçe dolaşmasına da izin verecek birine benzemiyordu.
" Al şu televizyonu artık gideceğim. "
Teşşekür etmaya fırası olmadan, televizyonu alır almaz gitti adam. Arkasından teşekkür ederim diye bağırsa bile adam geri dönüp bakmadı.
"Neler oluyor böyle?"
İyi akşamlaaar
ŞİMDİ OKUDUĞUN
WRİTER |TAEGYU |
Fanfiction"Yazdığın kitabın karakteriyim de ne demek?" "İstediğin her şeyi sor. Seni ben yazdım. Ben seni mutsuzluğa sürükledim. Özür dilerim "