0.4

1.6K 119 27
                                    

"Lilium Architecturae."

"Anlıyorum."

"Elbette yapıyoruz."

"Pekala, salı günü takvimimde boş."

"Olur, görüşmek üzere. Güzel günler dileriz."

Kemikli gözlüklerini çıkartarak masaya fırlatan Ten'e ters ters baktım.

"Tüm takvimim doldu."

Ben ise hâlâ sinek avlıyordum. Sevgili patronum Yifan yüzünden.

"Keşke yerinde olsaydım. Şu halime bir bak, hâlâ onu bekliyorum."

Öğle arasında Yifan, beni odasına çağırtıp bu hafta için yeni iş almamamı söylemiş, sebebini sorduğumda ise toplantıdan sonra haber vereceğim demişti. Kısacası bürodakiler sabahtan beri tıkır tıkır tüm işleri kaparken ben sadece formları dolduruyor, arada da böyle konuşmalara şahit oluyordum.

"Vardır bir bildiği Lali."

O görmese de kafamı salladım. Yifan iyi bir patrondu ve bu zamana kadar tüm kusurlarımızı affetmişti. Öyle ki, patron demez sadece ismiyle seslenirdik. Mimarlık onun baba mesleğiydi ve sonunda bir büro açarak toplam on kişiden oluşan yetenekli bir mimari ekip hazırlamıştı. Yifan'la üniversitede tanışmıştım. Kendisi doktora için geliyordu ve bendeki yeteneği, azmi hep sevdiğini söylerdi. O zamanlar bizim Lilium Architecturae sadece bir hayaldi ve şimdi ise emeklerimizin birer karşılığı olarak düşünebilirdik. Yifan büroyu açar açmaz bana teklif vermişti ve bende hiç düşünmeden kabul etmiştim. Burada geçirdiğim dördüncü yılımdı.

"Bayan Manoban, Bay Wu sizi bekliyor."

Haber vermek için gelen çalışana baş sallayarak Ten'e döndüm.

"Sonunda."

Topuklu botlarımın sesi ofiste yankılanırken tanıdık gümüş renkli kapıda duraksadım. Ardından iş adabından olsa gerek, kendime çeki düzen vererek kapıyı tıklattım. Bir iki saniye sonra içeriden onayı aldığımda yavaşça bedenimi odaya sokup ardımdan kapıyı kapattım.

"Hoşgeldin Lalisa. Beklettim üzgünüm."

Siyah saten gömleği üzerine yapışmış, bir kaç tutamı alnına düşmüştü. Gözlüklerinin altından sevimli bir bakış attığında düşündüm. Bir sugar daddy'e ihtiyacım olsaydı, bir dakika durmadan kendimi onun kucağına bırakırdım. Ancak ihtiyacım yoktu ve Yifan'ı abim olarak görüyordum.

"Sorun değil. Sadece biraz moralim bozuldu."

Biçimli kaşları çatıldı. Adam karizma.

"Neden?"

"Diğerleri gözlerimin önünde ne işler aldı, bir duysan."

Hafif gülüşünü duyduğumda bende de bir gülümseme oluştu.

"İyi dedin bak, bende sana onu diyecektim."

Meraklı bir ifadeyle doğruldum.

"Bu sabah bir telefon geldi. Bir mekânın mimari restoreye ihtiyacı varmış. Onayladım, ancak olay şu; mekânın sahibi seninle çalışmak istedi."

Benimle mi? Kaşlarım çatılırken buna bir mantık aramaya başladım. Ardından, aklıma düşen anla duraksadım. Hassiktir. Değildir, değil mi?

"Ona programının dolu olduğunu, başka bir mimara yönlendirebileceğimi söyledim. Ancak çok ısrarcıydı ve eğer sen olmazsan başka kimseyle çalışmayacağını söyledi."

Çalışmasın? Çalışmasın gerçekten, lütfen ya.

"Yapabilecek bir şeyim olmadığını söyleyip kapatırken durdurdu. Tanrım..Lalisa, bana öyle bir rakam teklif etti ki dudağın uçuklar."

Ne? Bu adam ciddi miydi? Rakamı duymak dahi istemiyordum.

"Sana soramadım ama biliyorsun, birkaç yere ufak tefek borcumuz var. Toplu para elimize geçtiği anda hepsinden kurtuluruz. Ayrıca bu senin aylığın içinde iyi bir mebla. Biliyorum, ihtiyacın yok ama."

Yifan'a kızmıyordum çünkü haklıydı. Ona yardım etmek istemiştim ama borcu borçla kapatmak istemediğini, büronun kazancının iyiye gittiğini söylemişti. Ve şuan böyle bir teklif almak doğal olarak onun en iyi şansıydı.

"Ve mekân Seul'un en prestijli yerlerinden birisi. Büromuz için iyi bir kariyer fırsatı olabilir. Lütfen bana kızma, programını boşaltmamın sebebi buydu. Beni tanıyorsun, sana zorla birşey yaptırmam ama bu önemli. Lütfen kabul et."

Pekala, Yifan'ın geçen geceki mevzudan haberi yoktu. Ve adımın Lalisa olduğu kadar da emindim ki, o mekân bu mekândı.

"Yifan, çok naziksin. Zamanında bana çok iyilikler yaptın, seni severim. Durumu da biliyorum. Yapacak bir şey yok, gireceğiz işe."

Gözlerindeki sevinci gördüm. Yifan'a karşı manevi olarak borçlu hissediyordum. Geçen gece başımdan geçen bu deli saçması olay, belki de yeni kapılar açardı. Her ne kadar kendini mekânın sahibi olarak tanıtan heriften ilk gördüğüm andan beri haz etmesem de, Yifan için bunu yapmalıydım.

"Teşekkür ederim, Lisa. Bu iyiliğini unutmam."

Şimdi ise en kritik noktadaydık, içimde o mekânın bu mekân olmaması için çok küçücük de olsa bir umut vardı. Yani vardı galiba, vardır vardır.

"Yifan, şu mekânın ismi ne acaba?"

İçimden ne olur olmasın duaları ediyordum. Tanrım..Ne olur o olmasın, ne olur..

"Bir saniye, not almıştım."

Masanın üzerindeki ajandaya uzanırken derin bir nefes aldım. Karıştırdığı yaprakların arasında aradığını bulunca durdu

"Buldum. The Wona."

O'ydu. Lanet olsun! Bu herif benim ismimi nereden öğrenmişti? Bir saniye, bu adam benim çalıştığım yere kadar nasıl bulabilmişti? Çığlık atmak üzereydim.

"Ne güzel.."

Yifan tatlı tatlı gülümserken bayılmak üzereydim.

"Peki sahibinin ismi neymiş?"

Adi herif.

"Kim Vante."

Oyun oynamak istiyordu demek. Madem öyle, bende Lalisa Manoban'sam, Kim Vante denilen herife istediğini verecektim. Ama tek bir farkla, düşündüğünün aksine bu oyundan mağlup ayrılan taraf o olacaktı.

the wona •taelice•Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin