Belime sardığım polar tekrardan düşerken sinirle alıp fırlattım. Lanet olası dönemimdeydim ve hava buz gibiydi, karnım zaten felâket. Zar zor ayağa kalkarak kaloriferin dibine oturdum. Sonuna kadar açmıştım ama hâlâ üşüyordum. Regl zamanlarımda mutlaka hastanelik olurdum ancak henüz iyi gidiyordum. Ofisten izin almıştım, bu yüzden sadece evde yatıyordum. Dolayısıyla müşterilerime de gidemiyordum, o dahil. İlk kez reglime doğru bir zamanlama yaptığı için minnettardım. Çünkü geçen gün o harika olay yaşanmıştı. Vante kalası beni öperken şu takım gibi takılan altı arkadaşına basılmıştık ve doğal olarak kendimi bok gibi hissediyordum. Vante'yi son gücümle itip oradan kaçmıştım. Ve iki gün olmuştu, ne bir mesaj ne de bir arama yoktu. Zaten amacının ne olduğunu biliyordum. Beni yatağa atmak istiyordu ve sadece öpmeye çalışması bile ters tepince yüzü kalmamıştı. Ancak bana söylediği sikik şeyler kafamın içinde bozuk bir plak gibi dönüp duruyordu. Hatta bir ara cidden sevmeye başladığını falan düşünecek eşiğe gelmiştim.
Telefonumun melodisini kulaklarıma ulaşırken aramızda fazla mesafe olmamasına şükrederek uzanıp elime aldım. Ten'di.
"Alo."
"Alo, Lali. Biz geliyoruz da birşey lazım mı diyecektim."
Tanrım, kapıyı nasıl açacaktım ki ben bunlara, hareket dahi edemiyordum.
"Kafanıza göre takılın da, ben kapıyı nasıl açıcam?"
"Nasıl mı? Bak şimdi arkadaşım ilk önce kıçını kaldırıyorsun, sonra ayak-"
"Ay, onu mu diyorum ben be! Karnım çok ağrıyor kıpırdayamıyorum."
"He, o zaman şöyle yapalım. Sen şimdiden yavaş yavaş kalkmaya başla, anca kalkarsın biz gelene kadar. Hadi bay."
Şu çocuklar istisnasız suratıma kapatmaktan zevk alıyorlardı. Oflayarak oturduğum yerden doğrulmaya çalıştım, o kadar da beter değildi aslında. Yavaş yavaş ve karnımı tutarak doğruldum, tabiri caizse etrafı kelimenin tam anlamıyla etrafı bok götürüyordu. Manzara canımı sıkarken buranın sevgili arkadaşlarımın evinden farkı olmadığı için relax olmaya olmaya karar verdim. Banane ya, hem hastayım ben.
Zili duymamla ayakta dikilmeyi keserek kapıya ulaşıp açtım. Üç tane yarım akıllı otuz iki diş bana sırıtıyordu.
"Geçmiş olsun, arkadaşımız Lalisa."
Hep bir ağızdan bağırırlarken alaylarını göz ardı edip suratımı buruşturdum.
"Ne o? Motor mu taktınız kıçınıza?"
Jaehyun göz devirip beni itti.
"Çekil önümden suratsız."
Ne? Ben mi?
"Aa, sensin be o."
Yuta ve Ten'de onu takip ederken ardlarından kapıyı kapatıp ilerledim. Jae ve Ten kendimi köşe koltuğuna atmıştı. Yuta ise tip tip etrafa bakıyordu.
"Burası ne? Savaş mı çıktı?"
Ağzımı açıp cevap verecekken Jaehyun benim yerime cevap verdi.
"Aynen kanka, dördüncü diyolar."
Yuta ona göz devirip kendini sümüklü peçetelerimin el verdiği kadar temiz bir boşluğa attı.
"Kahve yapayım bari."
Onları arkamda bırakarak salona birleşik mutfağa ilerledim. Sürüklenebilir bir paravan yaptırmıştım ve böyle karışık zamanlarda cidden işime yarıyordu. Paravanı açıp kendimi savaş alanından farksız mutfağa attım ve ardımdan geri kapattım. Filtreyi değişmek için üst dolaba yetişmeye çalışırken bir el benden önce ulaşıp tezgâha koydu ve ardından arkamdan sarıldı. Elleri belimi bulurken kafasını boynuma gömdü. Ardından boynumda hissettiğim ıslaklıkla kaşlarım çatılırken zorlukla da olsa ona dönebildim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
the wona •taelice•
FanfictionLalisa Manoban, aklı başında bir mimardı, ta ki Kim Taehyung ile tanışana kadar. 𝘒𝘪𝘮 𝘛𝘢𝘦𝘩𝘺𝘶𝘯𝘨×𝘓𝘢𝘭𝘪𝘴𝘢 𝘔𝘢𝘯𝘰𝘣𝘢𝘯 [𝘋𝘰𝘳𝘢'𝘥𝘢𝘯, 𝘔𝘢𝘳𝘤𝘦𝘭𝘪𝘯𝘦'𝘪𝘯𝘦.]