"Ee, sonra ne oldu?"
"Elinin körü. Ne olacak be, bastım gittim işte."
Yuta, Jaehyun ve Ten etrafımı sarmış ağzımın içine bakıyorlardı.
"Kızım manyak mısın sen ya, o kadar yakınlaşıp öpüşmediniz mi yani?"
"Yada ordan yan odalardan birine geçseydiniz mimar-patron fantezisi falan."
Gözlerim duyduklarımla kocaman olurken etrafta onlara fırlatacak birşey aradım. Ama lanet ofiste hiçbir şey yoktu.
"Ne diyorsunuz siz be, o herif benim patronum falan değil, olamaz da!"
Ten sinsi gülümsemesiyle beni izlerken atladı, kim bilir ne saçmalayacaktı.
"Haa, tek takıldığın yer burası yani. Tamam ya, patron olmasın. Ama siz öpüşün hatta yan oda-"
Uzanıp kafasına vurduğum şaplak boş ofiste yankılanırken saate baktım. Harika, kalkıp beyefendinin ayağına gitme vaktim gelmişti.
"Oo, gidiyor musun?"
Jaehyun'un taklidini yaparken daha da çok gülmüşlerdi. Arkadaş değil, salak topluluğuydu.
"Bak şimdi, kıyafetin idare. Yani klasik, siyah dar pantolon üzerine siyah boğazlı giymişsin. Kol çantan Chanel, oradan kurtardın. Klasik topuklu botlar ve hırkan herşeye uyar zaten. Sadece yüzün mü renksiz senin? Şu sarı saçlar zaten suratını bayıyor, bari bir ruj sürseydin."
Karşımda moda eleştirmenliği yapan Yuta'ya göz devirdim. Seans başlamıştı, göz devirme seansı.
"Hayırdır, Nakamoto? Mimarlıktan bıkıp moda eleştirmenliğine mı başladın?"
Sahteden bir gülücük attı.
"Ne bok yersen ye."
Son kez saatime göz attım. Şimdi çıkmazsam geç kalacaktım.
"Of, gidiyorum ben. Ayaklarım geri geri gidiyor resmen. Eziyet."
"İlk günden sızlanma derdim ama, senin üçüncü falan."
Onlar aptal aptal gülerken suratımı buruşturup ofisin otoparkına ilerledim. Nihayet anahtarları bulup kendimi araca attığımda tek niyetim zamanında varmaktı. Bu yüzden normalden bir tık daha hızlı sürmeye karar verdim. Sonunda başlama saatine beş dakika kala vardığımda, aracı barın otoparkına park ettim. Gözlerim aynadan kendime takıldı. Sahi, cidden ruhsuz mu duruyordum? Japon bozması aklıma sokmuştu. Arabanın içi sıcak olmaya başlamıştı, camları açtım. Ardından çantamdan rastgele kırmızı bir lipstick bularak aynadan sürmeye başladım.
"C200, bu iş için fazla zengin değil misin mimar?"
Ani sesiyle yerimde sıçrarken kafamı tavana vurmaktan son anda kurtulmuştum. Açık camdan üzerime eğilmişti ve benimde dudaklarım büzüşük elimdeki lipstick öylece kalmıştı. Bakışları dudaklarıma kayarken sahteden bir öksürükle ortamı dağıttım. Lipstickle son kez üstünden geçip kapağını kapattım ve çantamın derinliklerine fırlattım.
"Seni enterese etmez, Vante."
Kırmızı saçları bugün daha da dağınıktı. Kendisi ise her zamanki gibi siyah ve o can alıcı piercingleri ile yerli yerindeydi. Hâlâ dudaklarımda takılı olan bakışlarından istifade onu biraz daha inceledim. Dudaklarım ve saçları bir uyum içerisinde gibiydi.
"Ne o? Hiç görmedin mi?"
İrkilerek doğruldu, kafası açık olan camın kenarına çarpınca kahkahamı tutamadım.
"Hepsi senin yüzünden mimar, senin ve dudaklarının."
Rahatlığının verdiği şaşkınlıkla birkaç saniye gözlerimi kırpıştırdım. İnkâr dahi etmiyordu. Camları kapatıp kendimi arabadan attım. İleride bir Bugatti'yi kitliyordu. Bana diyene bak demek isterdim ama, sonuç olarak Seul'ün en lüks barlarından birinin sahibiydi. Ayrıca genç bir milyoner olduğunu söylemişti. Yani, bu Bugatti'ye şaşıramazdım. Daha fazla oyalanmadan girişe ilerlediğimde arkamdan koştuğunu duydum. Tanrı aşkına..Neydi bunun derdi?
"Beklesene güzelim, illa koşturacaksın."
Şuan sevgili çam yarmalarının önünde dönüp ağzının tam üzerine çaksam nasıl olurdu?
"Niye peşimdesin, gitsene işine gücüne."
Kapıdan geçip rezil aynalı koridora geldik. Omuz silkti.
"İşim yok."
Durdum. Refleksen benimle birlikte o da durdu.
"İyi o zaman git başımdan."
"Hayır. Sen işini yaparken bakacağım."
Çattık ya.
"Hasta mısın? Ben bir mimarım ve işimi yaparken başımda bekleyemezsin. Tanrı aşkına, anlaşma yapılır ve sen işin ticari kısmında kalırsın. Seçimlerini yaparsın, yada değişiklik istersen iletirsin. Gerisi seni ilgilendirmez, bu böyledir."
Güldü. Ne var?
"Bunlar diğer mekân sahipleri için geçerli. Ben mekânımı gözetirim ve tüm bunlar olurken başından ayrılamam. Üzgünüm."
Tanrım, çıldırmama ramak kalmıştı. Hayatım boyunca böyle bir tiple karşılaşmamıştım.
"Çalışma prensiplerimi çiğnetmem. Çok meraklıysan mimar olsaydın. Yada buldum, kov beni. Seninle uğraşabilecek başka birini bul."
Yüzünde tehlikeli bir sırıtış oluşurken ani bir şekilde beni rezil demode aynalı duvarla arasına aldı. Bune kardeşim ya, dün bir bugün iki.
"Biliyor musun mimar, daha önce kimse benimle böyle konuşamadı. Ama ben sana geldiğin ilk günden beri imtiyaz tanıyorum. Kimsenin cesaret edemediği birşeyi sana serbest kılıyorum."
Üzerime daha çok eğildi. Naneli nefesi suratıma çarparken yutkundum. Bu lanet olası yere her geldiğimde dejavu olmak zorunda mıydım? Dünkü gibi pozisyon aynıydı fakat rolleri değişmiştik.
"Ve inan bana güzelim, ben istemesem bunu yapamazsın. Bu işi yapmak zorunda olduğunu ikimizde biliyoruz. Biricik patronunu kıramazsın. Bu yüzden istersen bu binayı benim başıma yık, seni asla kovmayacağım."
Dudaklarını belli belirsiz boynuma sürtüp çekildiğinde tüylerim diken diken olmuştu. Arkasını dönüp giderken orada mıhlanmış gibiydim.
"Şimdi işinin başına dönsen iyi olur, mimar."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
the wona •taelice•
FanfictionLalisa Manoban, aklı başında bir mimardı, ta ki Kim Taehyung ile tanışana kadar. 𝘒𝘪𝘮 𝘛𝘢𝘦𝘩𝘺𝘶𝘯𝘨×𝘓𝘢𝘭𝘪𝘴𝘢 𝘔𝘢𝘯𝘰𝘣𝘢𝘯 [𝘋𝘰𝘳𝘢'𝘥𝘢𝘯, 𝘔𝘢𝘳𝘤𝘦𝘭𝘪𝘯𝘦'𝘪𝘯𝘦.]