1.3

1.2K 102 8
                                    

Elimdeki kalemi masaya vurmaktan yorularak rastgele bir yere fırlattım. Öğle arasıydı ve ben zerre aç olmadığım için çocukları redderek ofiste kalmıştım. Yemek yemeyecek olsam da onlarla gidebilirdim fakat istemiyordum. Kafam fazlasıyla meşguldu. Öyle ki, son birkaç gündür sadece işten eve evden işe gidiyordum.

İş demişken The Wona'da baya ilerleme kaydetmiştik. Bu iş ne zaman biterdi bilmiyordum ama, ekip çok kalabalıktı ve bu yüzden çok da uzun ömürlü değildi.

Yoona'nın söylediklerinin, Vante'nin cehenneminin kapısından dönmemin üzerinden üç gün geçmişti. Ancak üç gündür ne Vante'yi ne de arkadaşlarından birini dahi görmemiştim. Keza Jimin'i de. Bunların aksine, mekânda her zamankinden daha da fazla yoğunluk vardı. Gelen insanların hepsi doğal olarak zengin kişiliklerdi. Ve ben kendimi kocaman bir labirentin içine düşmüş gibi hissediyordum. Eğer orası bir cehennemse bu kadar insan günahkâr mıydı? Gündüzleri lokanta geceleri bar olan bu mekânda ne tezgâhlar dönüyordu bilmiyordum ve bu bilinmezlik beni her gün daha da korkutuyordu. İçine düştüğüm yetmezmiş gibi cehennemin sahibiyle yaşadıklarımız canımı yakıyordu. Birlikte olmamız doğru değildi, bu yüzden onu kendimden itmiştim. O da gitmişti. Ama o günden beri onu görmemiştim, rahatsız hissediyordum. Belki sadece etrafımda olması hissine alıştığım içindi, belki de..
Bu ihtimali değerlendirmek istemiyordum. Ben mantığına sadık biriydim, öyle ki bizi bu raddeye getiren de buydu. Pişman değildim ama iyi de değildim. Ondan kaçıyordum, içimdeki duygulardan kaçıyordum. Kendimi çeşitli bahanelerle avutmaya çalışıyordum. Ancak nafileydi, her tek başına kaldığımda bu düşünceler tokat gibi çarpıyordu yüzüme. Kim bilir, belki de gerçekler demeliydim.

Vante'yi son gördüğüm zaman evimden onu gönderdiğim gündü, günlerdir yoktu. Ondan kaçsam da, içimde bir yerlerde benliğim onu arıyor gibiydi. Gözlerim arıyordu, çalışırken kafamı üst kata, onun ofisine çevirdiğimde gördüğüm tek şey boşluk oluyordu. Bazen de sadece, Vante'nin ortamlardan kaybolmasının benimle alakalı olmadığını düşünüyordum. Onu tanımıyordum, benden önce de böyle şeyler yapıyor olabilirdi. Aslında tüm bu düşüncelerimin temeli, onun beni seviyor olabileceğini düşünmediğimdendi. Yada düşünemediğimden.

Onun sadece bedenimi isteyen biri olduğunu düşünüyordum, onun sadece beni incitip bırakacağını düşünüyordum, ona inanmıyordum. Etrafımda böyle şeyler oluyordu, bende bu yüzden kendimi böyle şartlıyordum belki de. Bize bir şans vermek yerine ilk seferde havlu atmıştım.

"Orda mısın?"

Gözümün önünden geçen ellerle irkildim. Ne ara geldiğini anlamadığım Yuta, bir sandalye çekerek önüme kuruldu.

"Dalmışım."

Gözlerini yüzümde gezdirirken birkaç defa dudaklarını yaladı. Ve başını öne eğdi.

"Lalisa ben özür dilerim."

Ani özrüyle şaşırdım. Ne içindi bu?

"Anlayamadım, neden?"

Derin bir nefes verdi.

"Aslında pişman değilim ama, senin yanında öylece yumruk çakmamalıydım ona."

Sözleriyle hafifçe güldüm.

"Özrün kabahatinden beter."

O da güldü.

"Özür dileyecek birşey yapmadın, Nakamoto. Aksine, benim sana teşekkür etmem gerek. Yanlız olmadığımı, arkamda beni koruyup kollayan biri olduğunu gösterdiğin için."

Bunu beklemediği açıktı. Muhtemelen o gün ona kızdığımı düşünmüştü.

Döner sandalyemi ona doğru iterken yanına varıp sarıldım.

"İyi ki varsın Nakamoto."

Yüz ifadesini göremesem de gülümsediğini hissettim.

"Sen de, Manoban.".

"Ulan bizsiz koklaşma mı olur!"

Ani bağırtıyla kafamızı dahi kaldıramadan üzerimize çöken iki adet ayı bedenle dörtlü pestil haline gelmiştik.

"Çekilin lan, ah kafam."

Nakamoto kafasını ovalarken Jaehyun'un ona vurmuş olabileceğini düşündüm. Çünkü şeytani bir ifade ile gülüyordu.

"Ne çok yedim ya."

Ten kendisini başka bir sandalyeye atarken söylendi. Tam ağzımı açıp konuşacaktım ki, bir telefon melodisi yankılandı.

Ten'inkiydi.

"Efendim."

"Oo, kardeşim ne diyorsun ya!"

"Hadi."

"Ee?"

Üçümüzde onu dinlerken bize yaptığı kaş göz hareketlerinden birimizin bile bir bok anlamadığını biliyorduk.

"Ne?!"

Yaslandığı sandalyeden doğrularak fırladığında ani hareketini beklemediğimizden yerimizde sıçradık.

"Şey.. Tamam ben, söylerim."

Odada volta atarken durup bakışları beni bulduğunda ne var dercesine kafamı salladım.

"Tamam, görüşürüz."

Telefonu kulağından çekip zaman kaybetmeden kapattığında attığı çığlık yüzünden yüzümüzü buruşturduk.

"LALİSA! TAEYONG SENİNLE BULUŞMAK İSTİYOR!"

the wona •taelice•Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin