Elimdeki anahtarı tekrardan gözümün önünde sallarken buna bir son vererek bakışlarımı karşımdaki binaya çevirdim. Üç katlı bir villaydı. Şehrin biraz dışında kalsa da, doğayla baş başa kalmak için tasarlanmış gibiydi. Boydan boya cam olan duvarlarda gezdirdim bakışlarımı, ardından kontaktan kaptığım anahtarla birlikte kendimi arabamdan dışarı attım. Rüzgâr açık saçlarımı savuştururken umursamadan karşımdaki villanın girişine doğru ilerlemeye başladım. Aslında en başında yapmam gerekiyordu bunu. Aradığım cevaplar buradan çıkabilirdi.
Derin bir nefes aldım ve zile uzandım. Saat akşam altı civarlarıydı, hava ise her an bardaktan boşanırcasına yağmura tutulacak gibiydi. Bir kez daha uzanıp zili çalacakken açılan kapı ile duraksadım. Önce yüzünde bariz bir şaşkınlık ifadesi belirdi, ardından kaşları çatıldı.
"Lalisa?"
Beni içeri davet etmesini beklemeden omzuna çarparak girdim.
"Hoşbulduk, Jeon Jungkook."
Adımlarım salon olduğunu tahmin ettiğim yere doğru ilerlerken ardımdan kapıyı kapattığını duydum, sonra da ayak seslerini.
"Burayı nasıl buldun?"
Sorusuna cevap vermeden salona giden birkaç basamağı inerek tekli koltuğuna kuruldum. Tek kaşını kaldırmış sorgularcasına bana bakıyordu.
"Otursana."
Cevap vermediğim için sinirlenmek yerine, ikiletmeden karşıma oturdu.
"Bir sorun mu var?"
Güldüm.
"Yok mu?"
Arkasına yaslandı.
"Hallettiğini sanıyordum."
"Neye dayanarak?"
"Lee Seungwan'ın adresini verdim sana, gitmedin mi?"
Sorun da buydu işte. Neden?
"Bir şeylerin hâllolmasını istiyor musun, Jeongguk?"
Alaycı ifademe göz devirdi. Benden hoşlanmıyordu, yada sebep olduğum şeylerden.
"Derdin ne, Lalisa? Bu kadar beceriksiz olabileceğini düşünmemiştim."
Oturduğum yerden kalkarak dışarıdan gördüğüm camlara ilerledim. Hava biraz daha kararmıştı.
"Derdim sensin, Jungkook. Derdim, senin bana neden yardım ettiğin. Sence de burada bir tezatlık yok mu?"
Bu sefer o güldü, cidden komik bulmuş gibiydi.
"Sana yardım etmiyorum Lalisa, kardeşime yardım ediyorum."
Kaşlarım çatılırken o da benim gibi ayağa kalktı ve bedenlerimiz arasında birkaç adım bırakarak durdu.
"Senden nefret ettiğimi düşündüğünü biliyorum. Ama yanılıyorsun."
Arkasını dönerek cama ilerledi. Yağmurun başladığını cama vuran damlaların sesinden anlamıştım.
"Belki inanmayacaksın ama, sen bizim şansımızsın."
"Ne?"
Bakışlarını dışarıdan çekmiyordu.
"Biz sandığın kadar kötü değiliz, Lalisa. Vante'nin bu işleri bırakması için tek şansımız sensin."
Birden bana döndü. Bu irkilmeme sebep olurken refleks olarak geriledim.
"Vante sana aşık oldu. Ve biliyor musun? Tam on üç, tam on üç yıllık o yeri şimdi senin yüzünden satmak istiyor."
Söyledikleri içimi titretiyordu, yüzüme bakarken sadece kederliydi.
"Vante senin için tüm günahlarından arınmaya karar verdi. Sen ona iyi geldin."
Yutkundum, boğazım hala acıyordu. Mide bulantım ise tekrardan başlamıştı.
"Sana Lee Seungwan'a ulaş dedim çünkü, o sana gerçekleri görmen için yardım edecekti."
Saçmaydı. Tüm bu söyledikleri o kadar saçmaydı ki.
"Madem öyle, bana neden sen söylemedin? Tanrı aşkına, Vante oradan vazgeçtiyse neden bana cevap dahi veremedi? Neden lanet olası elimden tutup beni oraya götürmedi?"
Başını iki yana salladı. Ben mi çok aptaldım?
"Ben sana söylemem çünkü, bu bana düşmez. Vante, seni kaybedeceğini biliyor. Eğer orayı görürsen, onu terkedeceğini biliyor. Bu işi seni karıştırmadan bitirmeye çalıştı ama, olmadı. The Wona satışa çıkıyor Lalisa. Vante senin için on üç yıllık yaşantısını yakıyor. Sana yardım ettim çünkü, kardeşimin oradan kurtulmasını istiyorum. Sana yardım ettim çünkü, sen bizim tek şansımızdın."
The Wona, satışa mı çıkıyordu? Kalbimin üzerinde büyük bir yük var gibiydi, öyle ki artık taşıyamayacak bir raddeye gelmiştim. Duyduklarım canımı yakıyordu. Orada ne olabilirdi, bu kadar büyük neler yaşanmıştı? Neydi The Wona? Neler dönüyordu orada?
"Taşlar asla yerine oturmuyor, Jungkook. The Wona..Tanrı aşkına, bir gece kulübünde ne olabilir ki? Bu kadar büyük olan, nedir?"
Sesli bir nefes verdi ve bana yaklaştı. Yüzündeki ifade o kadar garipti ki, buradan arkama bakmadan kaçıp gitmek istememe sebep oluyordu.
"Seungwan sana anahtarı verdi, değil mi?"
Bunu nereden bildiğini sorgulayamayacak kadar kafam doluydu. Sadece başımı sallamakla yetindim. Yaklaşıp iki elimi tuttu. Aklıma o an geldi, üçüncü katın kapısında beni yakaladığı an. Ellerim titriyordu ve bana 'Madem bu kadar korkuyorsun, neden buna kalkışıyorsun?' demişti. Şimdi ise, bana o cehenneme gitmem için yalvarıyordu.
"Bana bir söz vermeni istiyorum Lalisa."
Ağzımı açıp konuşamıyordum. Sanki ilahi bir güç, dilimi bağlamış gibiydi. Sadece kafamı sallamakla yetindim.
"The Wona ile tanışacaksın, ancak bu işin sonu ne olursa olsun Vante'yi terk etmeyeceksin."
Ellerim Jeon Jungkook'un elleri arasında, kalbim sonu gelmeyen bir çıkmazdaydı.
The Wona ya hepimizin muhtemel sonu, yada küllerinden doğan başlangıcı olacaktı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
the wona •taelice•
FanfictionLalisa Manoban, aklı başında bir mimardı, ta ki Kim Taehyung ile tanışana kadar. 𝘒𝘪𝘮 𝘛𝘢𝘦𝘩𝘺𝘶𝘯𝘨×𝘓𝘢𝘭𝘪𝘴𝘢 𝘔𝘢𝘯𝘰𝘣𝘢𝘯 [𝘋𝘰𝘳𝘢'𝘥𝘢𝘯, 𝘔𝘢𝘳𝘤𝘦𝘭𝘪𝘯𝘦'𝘪𝘯𝘦.]