Başımı kaldırıp dört katlı yapıya baktığımda dejavu olduğumu hissettim. Bundan üç gün önce burada, aynı bu şekilde duruyordum. Başım dönmeye başlayınca birkaç adımla girişe ilerleyip artık akraba olmaya yüz tuttuğum çam yarmalarına yapmacık bir gülümseme sundum ve elimi kol çantamdaki karta attım.
"Lalisa Manoban, Lilium Architecturae'dan geliyorum."
Çam yarmalarından biri bunu bekliyormuş gibi kafa sallayıp geçmem için kenara çekilirken diğeri hiç istifini bozmamıştı bile. Göz devirdim. Öyle ki, içeri geçip demode aynalı koridorda yürürken şimdiden afaganlar basmıştı bile. Burayı zamanında hangi mimar yada tasarımcı yapmışsa, kesinlikle istifa etmeliydi. Resmen bu saçma dekora katlanamıyor, bir an önce içeri geçmek için uzun adımlar atıyordum. Doğrusunu isterseniz o geceden sonra, hele ki Vante beyciğimizin suratına suratına bağırıp sövdükten sonra, buraya bir daha ayak basacağımı aklımın ucundan dahi geçirmezdim. Ama gel gör ki, lanet olası hayat bizi bu noktaya getirmişti. Yada, lanet olası Vante mi demeliydim?
"Hoşgeldiniz, size nasıl yardımcı olabilirim?"
Taş çatlasa yirmi beş yaşında görünen bir kız gülümseyerek sorduğunda nezaketen karşılık verdim.
"Yeni mimarım ben, Kim Vante ile görüşecektim."
Kız bana yol göstermek adına önden ilerlerken etrafı inceledim. Gece bir barken, gündüz restoran şeklinde işliyor olmalıydı. Üstelik henüz öğle saati olmasına rağmen hatrı sayılır bir rağbet vardı. İsminden olsa gerek, diye düşündüm. Genel tema olarak klasik kırmızı ve koyu gri hakimdi. Ah, buraya ilk geldiğimden beri diyorum zaten değil mi, klasik ve klişe.
"Buyrun, sizi bekliyor."
Onu onaylaydım. Her ne kadar kız beklediğini söylese de, görgüden kapıyı çaldım. İçeriden hiçbir ses gelmezken ofladım, aptal herif kesin geçen gecenin acısını falan çıkartmaya çalışıyordu şimdiden. İlkokul bir.
"Ah, tatlım göremedim seni pardon."
İçeriden siyah saçlı, elbisesi neredeyse olmayan ve iğne batırsam patlayacak bir kadın çıkarken burnuma dolan parfüm kokusuyla öğürmemek için zor durdum. Tanrım..Bu koku...Berbattı. Kadın aşağılayıcı bakışlarını birkaç saniye daha üzerimde gezdirdikten sonra havalı olduğunu düşündüğü bir şekilde saçlarını savurarak yanımdan geçti. Her ne kadar gülmek istesemde şuan bunu yapamayacak durumdaydım. Ayrıca o kadın Vante'nin odasından mı çıkmıştı? Daha da iğrenç..
"Daha ne kadar orada duracaksın?"
Açık kapıdan seslenmesiyle gözlerimi devirdim. Görüp görmemesi umurumda bile değildi. Kendimi içeri soktuğumda kapıyı kapatıp ona doğru ilerledim. Oturduğu koltuk arkaya dönüktü ve masada bir viski şişesi vardı. Vante çok film izliyordu galiba.
"Önüne dönmeyi düşünüyor musun, sayın mafya babası?"
Kısık gülüşünü duyduğumda deri sandalyelerinden birine kurulup odaya göz gezdirdim. Tanrım, demode demiş miydim?
"Hoşgeldin, Lisa."
Döner koltuğu tam bir tur atarak döndüğünde ağzımın iki karış açıldığına bahse girerdim. Çünkü üç gün önceki herif, karşımdaki herif değildi.
"Pardon, ben Vante'ye gelmiştim ama.."
Karşımdaki kırmızı saçlı, dudağında ve kaşında metal piercingler olan bir adam vardı. Hani Vante?
"Doğru gelmişsin."
Cidden..Bu kimdi? Bir saç boyaması ile bu kadar değişmiş miydi? Üstelik o piercingleri..Belki de gece olduğu için fark edememiştim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
the wona •taelice•
FanfictionLalisa Manoban, aklı başında bir mimardı, ta ki Kim Taehyung ile tanışana kadar. 𝘒𝘪𝘮 𝘛𝘢𝘦𝘩𝘺𝘶𝘯𝘨×𝘓𝘢𝘭𝘪𝘴𝘢 𝘔𝘢𝘯𝘰𝘣𝘢𝘯 [𝘋𝘰𝘳𝘢'𝘥𝘢𝘯, 𝘔𝘢𝘳𝘤𝘦𝘭𝘪𝘯𝘦'𝘪𝘯𝘦.]