Kafamın içinde dönüp duran sesler bir türlü gitmiyordu. Ne yapsam, nereye kaçsam peşimdelerdi. Tıpkı şu anda da olduğu gibi. Her ne kadar bulunduğum ortamdaki insanlar kendinden geçercesine eğlense de, ben kendimi bok gibi hissediyordum. Gerçekten bok gibi.
"Ve sonra dedim ki.. Lalisa? Aloo."
Bakışlarım beni izleyen üçlüye çıkarken sadece oflamakla yetindim.
"Beni unutun. Hiçbirini dinlemedim çünkü."
"Onu biliyoruz da, bari dinliyormuş gibi yapsaydın."
Jaehyun sızlanırken omuz silkip yan tarafımdaki Yuta'nın omzuna başımı dayadım. Yüksek sesli müzikten olsa gerek, başım deli gibi ağrıyordu. Üstelik henüz birşey içmemiştim bile.
"MinJi bu aralar dışarı dahi çıkmıyor. Başımıza daha büyük bir şey gelmesinden korkuyorum. Bu yüzden koruma kararına başvurduk."
Ten, Yuta'ya başını sallarken uzanıp önümdeki sudan bir yudum aldım. MinJi o geceden beri evden çıkmamıştı, bizim sahte nakliyat işi de bir şekilde rafa kaldırılmıştı. Mark'ın sağlam istihbaratı sayesinde adını kullandığımız Yang ailesi bizimle işbirliği yapmaya karar vermişti. Bu yüzden adamlara malları almaktan vazgeçtiklerini söylemiş, planı bozmamışlardı. Bunun nasıl olduğunu sorduğumda ise, ellerinde Yang holdingin aleyhine bir takım dosyalar olduğunu bu yüzden kabul etmek zorunda kaldıklarını söylemişlerdi. Kısacası, her bakımdan başarılı bir iş çıkartmıştık ancak hâlâ MinJi'ye bunu yapanları bulma konusunda ilerleme kaydedememiştik. O gece Vante'nin neden orada olduğunu bilmiyordum, Mark'a onun ismini tarattığımda ne Kim Seok'un bağlantı hâlinde olduğu kişilerde, ne de yeraltına girip çıkan kişiler arasında bulamamıştık. Tanrı şahit, Taeyong bana şahit olmasaydı hayal gördüğümü düşünebilirdim.
"MinJi için bundan vazgeçmeyeceğiz. Merak etme dostum, eninde sonunda çözülecek bu iş."
Ten, Yuta'ya yaklaşıp destek verircesine omzunu sıktığında bende ona sarılmıştım. Baş ağrım gitgide çoğalırken çocuklardan izin isteyerek barın lavabosuna ilerledim. Dans eden bedenler arasından zorlukla geçmiştim. Nihayet yerini hatırladığım lavaboya bulmuş ve kendimi içeri atmıştım. Tanrıya şükür, kimse yoktu. Soğuk suyu açarak makyajımı umursamadan yüzüme çarptım. Ciddi mânâda ayılmaya ihtiyacım vardı.
Son yaşadıklarım beni bir tramvaya uğratmış gibiydi. Ofisten uzun süreliğine izin almıştım, genelde yıllık izinlerimi sonuna kadar kullanmadığım için Yifan beni mazur görmüş ve alttan almıştı. Ona minnettârdım.
Jungkook'la olan konuşmanın üzerinden ise iki gün geçmişti ve ben, hâlâ cesaret edip The Wona'ya gidememiştim. Gitmeyi denemiştim ama, Vante'nin bu sessizliği yüzünden her seferinde vazgeçmiştim. Ne zaman gideceğim konusunda da herhangi bir fikrim yoktu.
Son kez aynada kendimi süzdüm. Her zamanki gibi siyahlar içindeydim. Siyah dar bir pantolon, üzerine ise sade bir crop giyip saçlarımı salmıştım. Göz altlarım mosmordu, evden çıkmadan fondötenimin yarısını buna harcamıştım ama nafileydi. Bende vazgeçerek bir rimel sürmüştüm sadece. Tek yaptığım şey uyumaktı, uyandığımda ise sanki gecelerdir uykusuz kalmış gibi mor halkalarla karşılaşmak. Hâlsizdim, yorgundum ve bitkindim.
Daha fazla oyalanmadan lavabodan çıktım. Geleli bir iki saat olmasına rağmen hâlâ bir şey içmemiştim. Bu yüzden bizimkilerin yanına gitmek yerine, bar kısmına giderek kendime bir kokteyl söyledim. Çok fazla içmeye niyetim yoktu.
"Selam."
Başımı yan tarafımda bana seslenen bedene çevirdim. Uzun boylu mavi saçlı bir çocuktu.
Aklıma geldi o an, ilk karşılaşmamız ve ilk konuşmamız.
Ancak kendime bunu yapmamalıydım. Çünkü karşımdaki ne o'ydu, ne de ben iyi değildim.
Bu yüzden tanımadığım bu kişiye cevap vermek yerine önüme geri döndüm."Hey! Kötü bir niyetim yok."
Gözlerimi umursamazca ona çevirdim tekrar. Başıma bela olacak bir tipe benzemiyordu ama yine de yol almalıydı.
"Niyetin umurumda değil."
Barmen hazırladığı kokteylimi bana uzatırken ücreti ödemek için arka cebimdeki kağıt banknota uzandım.
"Haydi ama, sana bir içki ısmarlamak istiyordum."
Para üstümü beklerken kokteylimi elime aldım.
"Siktir git."
Karşıdan ses gelmezken barmenin uzattığı para üstünü almak için uzandım. Ancak bozukluklar elimden kayıp yeri boylamıştı. Lanet ederek kokteylimi bıraktım ve bozuklukları toplamak için yere eğildim.
Buradan zerre keyif almamıştım ve bu yüzden bizimkilerin yanına dönüp buradan bir an önce gitmek için ikna edecektim. Sonunda paraları bir araya getirdiğimde hepsini arka cebime attım ve bar tezgâhına bıraktığım kokteylimi geri aldım. Mavi saçlı adamın bakışlarını üzerimde hissederken arkamı dönerek bizimkilerin masasına ilerledim. Ama vardığımda gördüğüm tek şey boşluktu. Gözlerimi şaşkınlıkla çevrede gezdirirken birkaç masa ötede bir adamın yanında olduklarını gördüm. Onları aradığımı farkeden Jaehyun, dudaklarını oynatarak geliyoruz dediğinde bir tanıdıklarını olduğunu düşündüm. Ve sadece kafa sallayıp masamıza oturdum. Kokteylimi yudumlarken gözlerimi çevrede gezdiriyordum. Aklımda binbir tilki dolanıyordu ve ben hiçbirine kulak asmak istemiyordum. Vante'yi özlemiştim. Dokunuşlarını, bakışlarını, sevgisini. Bunun yanlış olduğunu biliyordum, ama durduramıyordum. Artık sadece delirmeye başladığımı düşünüyordum. Öyle ki boş bakışlarım barın girişini bulduğunda tırlattığıma emin olmuştum. Lacivet bir takım içerisinde Vante'yi görüyordum çünkü. Gözleri mekânda gezip beni bulurken yanıma adımlamaya başladı. Ardında ise Jungkook dahil diğer arkadaşları vardı. Bir hayal bu kadar gerçek olamazdı. Ya da ben bu kadar delirmiş olamazdım. Kendimden emin olmak için ayağa kalktım. Tamamen bir hayalden ibaret olan bu anda, Vante ve arkadaşları bana doğru geliyordu. Görüş açım bulanıklaşmaya başlarken dönen başımı tuttum tek elimle. Vante'nin önce kaşları çatıldı sonra ise koşmaya başladı. Ben ise yere düştüğümü beni son anda tuttuğunda farkedebilmiştim.Hayal değildi ve Vante buradaydı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
the wona •taelice•
FanfictionLalisa Manoban, aklı başında bir mimardı, ta ki Kim Taehyung ile tanışana kadar. 𝘒𝘪𝘮 𝘛𝘢𝘦𝘩𝘺𝘶𝘯𝘨×𝘓𝘢𝘭𝘪𝘴𝘢 𝘔𝘢𝘯𝘰𝘣𝘢𝘯 [𝘋𝘰𝘳𝘢'𝘥𝘢𝘯, 𝘔𝘢𝘳𝘤𝘦𝘭𝘪𝘯𝘦'𝘪𝘯𝘦.]