Sonunda karne günü gelmişti. Bu kimi öğrenci için heyecanla beklenen bir an iken kimi öğrenci için "hiç gelmesin" diye anılan bir gün olurdu.
Benim içinse bu her dönem değişirdi. "Hiç gelmesin" diye beklemem için karnemde bir tanecik dört olmasi yeterliydi. Bunu ilk olarak 5. Sınıfın ikinci yarısındayken öğrenmiştim. O döneme kadar aldığım karnelerimdeki tüm notlarım tam puan olduğu için pek sevgili annem bana bu kötü kuraldan bahsetme gereği duymamıştı sanırım.
Ben yine o dönem de eve güzel bir karne ile giriyor olmanın mutlulugunu yaşıyordum. Sonuçta dört benim ve hatta kimsenin -annem haric- kötü olarak değerlendireceği bir puan değildi. Ayrıca her dönem tam puanlı bir karne getirmem de pek mümkün değildi. Ancak annem için durum tam olarak benim düşündüğüm gibi olmadı.
"Bu ne böyle?" diye sordu kaslarini kaldırıp diktiği kara gözlerini karnemin üzerindeki dörde sabitleyerek.
"Ne ne?" diye sordum hala içimde guzel bir karne almış olmanın verdiği o taze heyecanla. Bir an önce güzel bir tebrik almaktı istediğim.
"Kızım sen benimle dalga mı geciyorsun? Bir de sırıtıyor saf saf. Bu dört ne demek oluyor?"
"Evet, ama dört kötü bir not değil ki anne?"
"Beş olmayan her not aynı derecede kötüdür." dedi ve karneyi elime tutusturup devam etti. " Bu ne demek oluyor biliyor musun?"
"Ne demek " der gibi kafamı salladım. Yüzümdeki tebessüm annemin ne yapmaya çalıştığını anlamaya çalışırken kaybolmuştu.
Derin bir nefes aldı ve " biliyorsun ki her yapılan yanlışın bir cezası olmali " dedi.
"Ben bir yanlış yapmadım" dedim sözünü bölerek. Çocuk kalbim sinirden güm güm atıyordu.
"Lafımı bolmemen konusunda defalarca uyardım seni. Biraz daha çalışıp onu beş yapmak senin elindeydi. Bir yanlış yaptın. Yeterince çalışmadın. İki gün boyunca su dışında bir şey içmek ve yemek yasak" dedi duygusuzca. O zamanlar küçüktüm. Şimdilerde bu gibi cezalarda en azından onların gözü önünde ağlamıyordum. Ya da hissizlesmistim.
O an gözümden düşen damla ile birlikte yere düşen karnemi elime aldım ve odama koştum. Son hatırladığım buydu. O dönemden sonra aldığım her karnem tıpkı o dönemden önce aldığım her karnem gibi tam puandi. Karnem tam puanlarla dolu olunca da annemin tepkisi klasikti.
"İyi,aferin. Bu kez cezadan yırttin ha?"
******
Tüm sınıf her karne günü olduğu gibi bugün yine heyecanla öğretmenin ismini okuyup karnesiyle buluşmayı bekliyordu. Kimisi üzgün kimisi de mutluydu. Bu ikili tablo hiç degismezdi. Değişen sadece her dönem üzülen ve sevinen yüzlerin degismesiydi.
"Off, hiç sevmiyorum su karne günlerini" diye serzenişte bulundu Seyhan.
Her dönem sonundaki klasik tavrı olduğu için yüzüme istemsizce yerleşen bir tebessümle ona doğru döndüm.
"Dert etme, daha çok çalışır duzeltirsin seneye"
"Senin için söylemesi kolay, ben anlamıyorum bu matematiği. Hiç değilse iki olsaydı da babamın gönlü olsaydı bari" dedi. Bunu öyle içli bir halde söylemişti ki içim ezildi bir an. Aslında hepimiz belki farkında olarak belki de olmayarak ailelerimizi mutlu etmek için uğraşıyorduk. Yalnızca nedenlerimiz farklıydı. Kimimiz ceza almamak kimimiz laf yememek kimimiz de verilecek bir yudum sevgiden mahrum kalmamak için belki de...
Sınıf öğretmenimizin elinde 35 adet karne ile içeri girmesiyle birlikte sınıftaki uğultu yerini derin bir sessizliğe bıraktı. O an dersler ile uzaktan yakından alakası olmayan İpeğin bile gözlerinde heyecan pariltilari vardı. Onca 1'li notların arasından sürpriz bir 2 çıkar mı acaba diye heyecanlanmis olabilirdi belki. Çünkü dersler ile ilgili olan durumu gerçekten vahimdi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KARŞI KOMŞU
General FictionBöyle şeyleri yalnızca filmlerde görmüştüm. Böyle bir şeye kalkışmam tamamen dün tesadüfen gördüğüm bir şey yüzündendi. Yoksa, evimin karsisina yeni taşınan bir aileyi merak edip gözetlemek gibi bir huyum asla olmadı.